Kübra’nın kafası çok dolu;
İnsanlar birbirinden ne ister? Sürekli ya
kendini ispatlama çabası ya da başkalarının mutsuzluğuyla mutlu olma refleksi. Sonradan
oluşturulan bilinçli bir refleks üstelik. Sonradan refleks mi oluşur demeyin, refleks
denen kavram zaten tecrübeye dayanır. Deneyimsiz bilgi ele edemez, dolayısıyla
tepki de veremezsiniz. Bu kendi kendine yetmeme ve huzursuz olma durumunun
sonucu gelişen diğer canlıların her işine çomak sokmak veya iyi giden bütün
düzene engel olmak hatta ve hatta bilinçli zarar, kasıtlı sorunda tam olarak
kişisel birer refleks , daha doğrusu kötülüktür kannımca.
Kısaca bahsedecek olursak bir romanda veya bol
aksiyonlu bir filmde “iyi” olanı bildiğimiz halde içten içe bariz “kötü”ye olan
desteğimiz ve ilgimizin de açıklaması bu durumdur. Güç arzusu, yetersizlik.
Binevi hayalperestlik. Çünkü biliriz ki bizim gibi en ufak işi bile kafasında
dağlar kadar büyüten insanların öyle ana karakter gibi tek lafıyla tüm
sorunlara çözüm bulunmasının, keyfi ne isterse gerçekleştirecek çevresinde hizmetkar
görevinde onlarca sadık insan bulunmasının mümkünatı yoktur. Şöyle
somutlandıralım; bir kişiye ulaşmak istiyorsunuz ve anında emniyetten, nüfustan
çeşitli memurluklardan, yeraltından, sokaktan dağdan bayırdan, tanıdık
tanımadık herkes hatta hiç varolmayan üstün yetenekli bir ton kişi seferber
oluyor ve bam! Aranan kan bulundu.. Var mı öyle bi dünya ,yok. Gerçekte olsa
yapabileceğiniz kısıtlı şeyler listesi şu şekildedir 1) Ortak tanıdık
soruşturup bin bir güçlükle bir şeyler öğrenmek 2) Biraz eliniz kolunuz uzunsa
biraz daha soruşturup azcık daha bilgi edinmek. Komik geldi değil mi ? Çünkü
realite bu. Yoksa vay efendim gitmek istediği yere geç kalınca izinsiz habersiz
helikopterini çağırmak, suç işleyince üstlenecek onlarca adamı barındırmak ,
tek lafıyla bütün polisi, doktoru avukatı
parmağında oynatmak, ülkenin her sektöründe lafı geçmek, her türlü ticaretin
önde geleni, her türlü saygınlığın öncüsü olmak falan hikaye.
Öyleyse neden bu kadar insan oturup
yıllardır aynı klişeyi büyük heyecanla izliyoruz? Aşırı zengin, tanınmış
başrolümüzün isminin harflerini içeren plakalı arabasını bile yadırgamıyoruz. Aman
onsuz eksik kalırız maazallah! Belki düşünmekten yorulmuş kendimize keyifli
molalar ediniyoruzdur dediğimi duyar gibiyim. Evet dediğimi, çünkü sizin ne
düşündüğünüzü zilyon tane ihtimal arasından bilemem. Tabii eğer varsanız..
Tekrar şu sebep konusuna gelirsek belki sadece hayal dünyamızdaki ufak
hikayeleri emeksizce sesli ve görüntülü izlemek hoşumuza gidiyordur. “Ya ben
bunu aslında düşünmüştüm” , “Gerçekten aklımdan geçmişti” diye yeminler etsek
de insanları inandıramayacağımız filmleri, yazıları, melodileri fark edince
neden ağır bir hüzne dalmıyoruz ? Hiç mi değeri yok saatlerimizin,
düşlerimizin, bilgilerimizin. Bu kadar kıymetli incelikleri başka ellere teslim
etmek büyük cesaret doğrusu, başarabilecek donanıma sahipsek eğer. Çünkü bu
büyük boşvermişlik olur bu da insanı vasatlığa sürükler. Çağımızın en büyük
sorunlarından klişesine uygun terimler bunlar.
Tertipli bir sıradanlık olsa bile hoş
olacak gündelik yaşamı nasıl bu kadar berbat hale soktuk hiç bilmiyorum. Hız
kesmeden her alanda durmaksızın gelişen dünya, hesapta karşıkonulamaz güçlerin
idare savaşı veya küresel toplumun getirdiği bir zorunluluk mu dersek, hayır.
Tamamen öznel, bireysel kararlar. El ele başardık yani, tıpkı her olumsuzluğu
meydana getirirken yaptığımız gibi.Buna da sonra değinirim madem. Nasıl olsa
kendi kendime konuşup kafa patlattığım pek çok zaman var.
Sevgiler , tüm gün bahsettiğim gibi yaşamaya mahkum şekilde bu yazıya
denk gelmişlere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder