30 Temmuz 2017 Pazar





           Kübra’nın kafası çok dolu;
     
          İnsanlar birbirinden ne ister? Sürekli ya kendini ispatlama çabası ya da başkalarının mutsuzluğuyla mutlu olma refleksi. Sonradan oluşturulan bilinçli bir refleks üstelik. Sonradan refleks mi oluşur demeyin, refleks denen kavram zaten tecrübeye dayanır. Deneyimsiz bilgi ele edemez, dolayısıyla tepki de veremezsiniz. Bu kendi kendine yetmeme ve huzursuz olma durumunun sonucu gelişen diğer canlıların her işine çomak sokmak veya iyi giden bütün düzene engel olmak hatta ve hatta bilinçli zarar, kasıtlı sorunda tam olarak kişisel birer refleks , daha doğrusu kötülüktür kannımca.

         Kısaca bahsedecek olursak bir romanda veya bol aksiyonlu bir filmde “iyi” olanı bildiğimiz halde içten içe bariz “kötü”ye olan desteğimiz ve ilgimizin de açıklaması bu durumdur. Güç arzusu, yetersizlik. Binevi hayalperestlik. Çünkü biliriz ki bizim gibi en ufak işi bile kafasında dağlar kadar büyüten insanların öyle ana karakter gibi tek lafıyla tüm sorunlara çözüm bulunmasının, keyfi ne isterse gerçekleştirecek çevresinde hizmetkar görevinde onlarca sadık insan bulunmasının mümkünatı yoktur. Şöyle somutlandıralım; bir kişiye ulaşmak istiyorsunuz ve anında emniyetten, nüfustan çeşitli memurluklardan, yeraltından, sokaktan dağdan bayırdan, tanıdık tanımadık herkes hatta hiç varolmayan üstün yetenekli bir ton kişi seferber oluyor ve bam! Aranan kan bulundu.. Var mı öyle bi dünya ,yok. Gerçekte olsa yapabileceğiniz kısıtlı şeyler listesi şu şekildedir 1) Ortak tanıdık soruşturup bin bir güçlükle bir şeyler öğrenmek 2) Biraz eliniz kolunuz uzunsa biraz daha soruşturup azcık daha bilgi edinmek. Komik geldi değil mi ? Çünkü realite bu. Yoksa vay efendim gitmek istediği yere geç kalınca izinsiz habersiz helikopterini çağırmak, suç işleyince üstlenecek onlarca adamı barındırmak , tek lafıyla bütün polisi,  doktoru avukatı parmağında oynatmak, ülkenin her sektöründe lafı geçmek, her türlü ticaretin önde geleni, her türlü saygınlığın öncüsü olmak falan hikaye.

          Öyleyse neden bu kadar insan oturup yıllardır aynı klişeyi büyük heyecanla izliyoruz? Aşırı zengin, tanınmış başrolümüzün isminin harflerini içeren plakalı arabasını bile yadırgamıyoruz. Aman onsuz eksik kalırız maazallah! Belki düşünmekten yorulmuş kendimize keyifli molalar ediniyoruzdur dediğimi duyar gibiyim. Evet dediğimi, çünkü sizin ne düşündüğünüzü zilyon tane ihtimal arasından bilemem. Tabii eğer varsanız.. Tekrar şu sebep konusuna gelirsek belki sadece hayal dünyamızdaki ufak hikayeleri emeksizce sesli ve görüntülü izlemek hoşumuza gidiyordur. “Ya ben bunu aslında düşünmüştüm” , “Gerçekten aklımdan geçmişti” diye yeminler etsek de insanları inandıramayacağımız filmleri, yazıları, melodileri fark edince neden ağır bir hüzne dalmıyoruz ? Hiç mi değeri yok saatlerimizin, düşlerimizin, bilgilerimizin. Bu kadar kıymetli incelikleri başka ellere teslim etmek büyük cesaret doğrusu, başarabilecek donanıma sahipsek eğer. Çünkü bu büyük boşvermişlik olur bu da insanı vasatlığa sürükler. Çağımızın en büyük sorunlarından klişesine uygun terimler bunlar.

       Tertipli bir sıradanlık olsa bile hoş olacak gündelik yaşamı nasıl bu kadar berbat hale soktuk hiç bilmiyorum. Hız kesmeden her alanda durmaksızın gelişen dünya, hesapta karşıkonulamaz güçlerin idare savaşı veya küresel toplumun getirdiği bir zorunluluk mu dersek, hayır. Tamamen öznel, bireysel kararlar. El ele başardık yani, tıpkı her olumsuzluğu meydana getirirken yaptığımız gibi.Buna da sonra değinirim madem. Nasıl olsa kendi kendime konuşup kafa patlattığım pek çok zaman var.

Sevgiler , tüm gün bahsettiğim gibi yaşamaya mahkum şekilde bu yazıya denk gelmişlere.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

On Beş Mayıs

  Acaba hakaretsiz kötü sözsüz nasıl yazarım, üslubumu sakin bir ölçüde nasıl tutarım şeklinde uzunca düşündükten sonra konuşmaya karar verd...