29 Aralık 2019 Pazar

atiye'yi neden sevemedim



Öncelikle, dizinin Türk dizisi olması insanı hem sevindiriyor hem de merak duygusunu tetikliyor. Bizim oyuncularımız, bizim şehirlerimiz, bize ait isimler falan filan. Dolayısıyla çıkar çıkmaz herkes izlemeye koştu ama tabi kastın sevilen isimlerden oluşması da büyük bi faktör. Özellikle başrol başkası olsa bu kadar ümitvar olunmazdı belki. Her neyse, ben diziyi niye pek sevmedim anlatıyorum.

Şimdiiii, Atiye karakterinin tarzı başta beni acayip rahatsız etti, itti. Demek istediğim şey konuşma şekli, davranışları bakınca böyle sanki sürekli bir sarhoşluk ve aptal sırıtma hali mevcut gibiydi. Benim en nefret ettiğim şey net, açık olmayan durumlardır. Atiye'nin de naptığı ne hissettiği hep eksik ve yarım yamalak gibiydi. Şöyle açık açık, gerek yüz ifadeleri gerek söyleme şekliyle kendini adamakıllı ifade ettiği bi an yoktu bu da bende sinir krizine sebebiyet veriyor.

Kısacası kadının nasıl bir tip olduğunu anlamam yaklaşık iki bölüm kabullenmemse tam olmamakla birlikte dört bölüm falan sürdü. Bu nasıl bi insan? Gerçek hayatta görsem çevremde asla tutmayacağım, güçlü tepkiler, mantıklı hareketler beklemeyeceğim, garip, itici birisi bana göre.

Onun dışında bir iki sahnede Beren cidden çok güzel görünüyordu ama onun dışındaki genel giyinişi, özellikle kat kat atlet tişörtler falan hiç güzel değildi, keşke onun yerine başka bir şey seçilseymiş ama belki konunun önüne geçmesin diye yapılmıştır bilemiyorum.

İzlerken çok sıkılmadım, o konuda hakkını vereyim ama bayıla bayıla da izlediğimi söyleyemem. İlk bölümdeki cinselliğin sadece izleyiciyi tutmak için olduğu da çok bariz ama klasik netflix hamlesi o yüzden bir şey demiyorum.

Çoğunluğun aksine Melisa'nın oyunculuğunu hiç beğenmedim. Karakterini de. Yani ortaya çıkarmak istedikleri belli bir şey var tamam ama, bi türlü oturmamış. Ne replikler ne sahneler, genel hal sıkıntı yani. Ayrıca, Beren normal sahnelerde tamam gibiydi, benim için çok rahatsız edici olmasına rağmen Atiye'yi kabullendikten sonra bi şekilde tahammül edilebilir belki ama ağlama sızlama çığlık sahnelerinde hiç beğenmedim, iyi değildi.

Annesini oynayan kadın da felaket ötesi. Hele ambulanstaki sahnede ressmen işkence çektim, utandım. Sanki vakit kısıtlıymış da hemen çekelim bitsin, tekrar almayalım demişler gibi bi his veren sahne çoktu.

Senaryonun bazı noktalarda tahmin edilebilir olması canımı sıktı. Bu kadar önemli bir işte, en az on kez herkesin izlemiş olduğu "elinde/aklında önemli bir şey barındıran kişi diğer şahsı ararken birinin gelip çalması ve zarar vermesi" gibi tatsız bir klişeye gerek var mıydı..

Atiye'nin kardeşiyle sevgilisinin arasında bir şey olacağı da daha ilk anlardan çok kestirilebilirdi. Böyle şeyler heyecanı düşürüyor ki bende zaten herkeste olduğu kadar uyanmamıştı. Serdar salağının ne olduğu da aynı.. Herkes anlamıştır başta.

Anneanne mevzusu çok salakçaydı. Bağlantı kısmı değil, Atiye kısmı. Hemen kabullenip hiç büyütmeden kadına normal davranması, daha önceki şeylerin peşine düşmemesi, seni burda gördüm şurda gördüm demeden başka şeyler sorması. Neyin hayal neyin gerçek olduğu konusunda devasa boşluklar var ve izleyicinin bunları kafasına göre belirleyip inanma şansı yok çünkü ortada mistik bir hikaye var. Önemsenmeyen şeyler önemli, önemli sandıklarımız boş çıkabilir.

Ek olarak ölüm sahnesinde performans da çok kötüydü. Aşırı aşırı anlamsız yani o tepki, Atiye niye sürekli haplanmış gibi, akılalmaz tepkiler verip duruyor. Bazı sahnelerdeki sakinliği veya sallamazlığı  katlanılacak bir şey değil. Tamam bu kadın böyle biri diyip geçemiyorum ve ona "sen kimsin" demek yerine, "sen ne ayaksın atiye" sorusunu sormak istiyorum.

Bir diğer önemli konu da şu oıdjlwkjlwjk Atiye Erhan ilişki gelişiminin bok gibi yazılması. Birkaç günlük tanışma geçmişlerine ve hiçbir şey yaşamamalarına rağmen "karşımda sen olunca içimi açasım geliyor normalde hiç yapmam .s" ve mağazadaki ben hödüğüm bağırışından sonra "anlamıyorum, tam şöyle diyorum bir şey yapıyorsun" sahneleri AŞIRI AŞIRI AŞIRI AŞIRI ZORLAMAYDI, ALTI BOŞTU, KUSTUM. üzgünüm, ama ship kısmında onlarcıyım o da var ejhjkhkefh.

Mehmet'in oyunculuğu niye böyleydi anlamadım, en son fi'de izlemiştim ve hatırladığım kadarıyla iyiydi bu adam. Bu dizide nolmuş, çok yapay, başarısızdı.

Zaten dizide genel bi yapaylık sorunu var. Asla önyargılı bakan, bizden olmaz yhaa diyen bi tip olmadım. Gayet mümkün gözüyle bakarak, iyi yönlere odaklı olmak tercihim ama malesef. Kötü.

Hakan Muhafız'dan daha iyi olduğu kesin ama beklentimi karşılamadı işte. Zaten henüz bitirmedim, sezon finali denildiği kadar güzelse 2 beklenir. Onla karşılaştırılması da netflix'in ülkemizle yeni iş yapıyor olması bu anlamda. İlk tecrübe o olduğu için sadece. Bi de insan merak ediyor ne çıkcak diye, love 101 mesela, bok gibi gibi gözüküyor ama şaşırtabilir. İnş şaşırtır yani, neyse nerden geldim buraya wedhjek. geçiyom

Metin'in oyunculuğu kötü değildi, rahatsız etmedi şimdilik. 3 bölümüm daha var tabi belli olmaz.

Velhasılkelam böyle işte. Daha bahsedeceğim şeyler vardı ama müthiş hafızam, bir de yazıya ara verince unuttum.. Üstünden zaman da geçti zaten. Sevdiğim karakter : yok. Oyunculuklar : yetersiz. Hikayede eksikler : çok. Yine de bitirir miyim : evet. İi günler





29 Temmuz 2019 Pazartesi

Pişmanım ve Yeni bir Başlangıç.



       Uyumaya çalıştığım bir  gece yarısı, hatta tekniken sabah saatlerinde yatağımda dönüp dururken bambaşka biri olmaya karar verdim. Hayaller kurup eğlenmeme bakacağım anlarda pat diye hatırıma gelip bana dehşetle gözlerimi açtıran şeyler uzunca bir süre peşimi bırakmayacaktı. İçimin nasıl sızladığını, göğsümün üzerinde hissettiğim iğrenç ve acı verici ağırlığın eş zamanlı olarak gözlerimden yaş olarak dökülmesine şahit oldum. Saçımı başımı yolma isteği bir yana, pişmanlığın yakıcı ateşi diğer yana. Bununla nasıl başa çıkacağım düşüncesi mahvetti beni. Kendime ardı arkası kesilmeyen hakaretler edip, kızıp, utanıp durdum bi taraftan ellerimi açıp bazen sesli bazen sesimi çıkarmaya gücümün yetmediği şekilde dua ederken. Niyetim belliydi, bağışlanmak. Hatalarımın affedilmesini istedim, her şeye kudreti yetenden. İçimden geçeni, bundan sonraki, ne kadar olduğunu bilmediğim ömrüm için ıslahı, en ufak pürüzle bile beni ızdıraba sürüklemeyecek, tertemiz, huzurlu, tövbe dolu bir yaşamı. Ben bunların dayanılmaz yükünü atabilmek için, nefes almaya devam ettiğim her an yalvarmaya karar verdim.

Bunca zamandır hayatımın hep bir yerlerinde duran, zaman zaman daha çok önem vermemin gerekliliğini fark ettiğim, biri laf etmeye kalkıştığında ayağa kalkıp savaşmaya hazır olduğum, kendimi pekçok noktada bilinçli sandığım/saydığım ve sanırım bu şekilde, bunları yaparak vicdanımı rahatlattığım şeyi aslında nasıl yanlış yorumladığımı anladım. Hak ettiği muamele asla bu değilken, benim yaptığım ahmaklıktan başka bir şey değildi. Öyle şunu yaptım bunu yaptım diyip de kenara atılacak bir şey hiç değildi. Derin derin anlamlandırdım sanarken ne sığ bakmışım meğer, çocuğum ben demişim, gencim demişim kendimi öyle eylemişim. Sanki bunlar her şeyin bahanesi, haşa imkan vericisi olabilirmiş gibi. İmkanları da, izinleri de, aklı da veren bellidir. Belli ki bunu lafta bilmeyi seçmişim. Geç oldu, çok geç oldu ama anladım sonunda. İlk kez bu kadar -dozu- çok belki, gözden çıkardıklarım, feda etmeye hazır olduklarım, teslimiyete olan güvenim ve sonucun beni götüreceği yere olan delicesine sığınma amacım.

O anlarda neler düşünüyordum, daha sonraları verdiğim kararları ne kadar uyguladım tartışılır. Kimle tabi, kendimle. Kahrolası kendim. Nasıl tükettim yedim bitirdim. En sevdiğim insanların ilmek ilmek dokuduğu, tuğla tuğla inşaa ettiği ve hala, her gün çiçeklerini suladığı bir bahçe gibi olan şeyi. Kalmış olan kırıntılarına sımsıkı tutunacağıma dair kendime yeminvari sözler ettim. Bu sefer kesin, el açıp onu istedim. O yola girmeyi, dönmemeyi. Elimde bunun fırsatı varken, ve başarıyla yürürsem sonunun en güzel diyarların sahibi bir sonsuzluğa açıldığını bilirken ne diye başka kapıları seçtim.

Bi anda nasıl sönüverdi ama ışık sandığım yalancı noktalar. Tek tek, kırıla kırıla. Başarıymış azimmiş, çalışmakmış eğitimmiş. Donanım, bilgi, tabi kültür de eklenmiş. Karanlık. Kapkaranlık. Asıl ışığı odak bilmedikten, gerçek patronun sözünü dinlemedikten, 13.28'i rehber edinmekten sonra nereye ulaşabilirim ki? Hangi iç huzur mevzubahis, hangi güzel hayattan bahsedebilir insan. Doğru yer önemli, önceliği bir kenara itmek korkunç, tek tük yaparım idare ederim kafası korkunç, yavaş yavaş alışırım demek kandırmaca. Hepsi yoluna koyulmak zorunda. Yoksa kazık kadar kız ufacık çocuk gibi ağlamaya devam edersin. Allah yardım etsin.✿

13 Temmuz 2019 Cumartesi

bu hayatı seviyorum

Keşfedilecek, hissedilecek bu kadar şey varken, onca güzellik, sonsuz imkan ve ihtimal bize bi şekilde sunulmuşken nasıl sevmem?

Koskoca evrende bir toz bulutu kadar bile degilim. Ama günden güne daha çok görmeye, anlamaya, en azından çabalamaya başlıyorum. Hayatı yaşanılabilir kılan binlerce şeye denk geliyorum, hatta onları arayıp bulduğuma inanıyorum. 

Güzel insanlar tanıyorum, onlara kendimce kahramanlar diyorum. Mutluluk verici, ilham dolu, kapı açıcı, motivasyon sağlayıcı. 

Hayatın beni bırakmadığını, her seferinde mutlaka iteleyecek şeyler bulduğunu görüyorum. Teslim oluyorum bir yerde, bu akışa dahil olmayı, aktifliği, iz bırakma arzusunu ve "insan olmayı" seçiyorum. Belki yavaş yavaş, sindire sindire, bazen koşa koşa çünkü dolu dizgin. Tırmanıyorum, zıplıyorum, kazıyorum. Yaptığım basit bir sistem veya tasarımını günden güne iyileştiriyor, üst seviyeye taşıyormuşçasına kendimi inşa ediyorum. Donanım, bilgi, deha, yaratıcılık, birikim, ufuk, çevre, vizyon, hedef, nokta.. Bu kelimeleri seviyorum. Bi'nevi üst üste yığdığım çoğu şeyden inanılmaz mutluluk duyuyor, haz alıyorum.

İşte bütün bunlar da beni keyiflendiriyor. Çok şükür ki uzun süredir sık sık benzerlerini yaşadığım bir günden yazıyorum bunları. Hafızama yenilip silinip gitsin istemedim, kalsın dursun hatırlarsın dedim. Her şeyin bir sebebi vardır, eminim ki bu satırlar da bana olumlu bir şey için/ şekilde dönecek. 

7 Mayıs 2019 Salı



           Olmuyor, çabaların hepsi boş. Şu olmayasıca dünyaya insan olarak gelmişiz, mecburuz şahit olmaya, görmeye. Kurulan düzenin ayakları sızlatan taşlı zemininde düşmeden, kaymadan, kanamadan yürümenin zorluğuna mecburuz. Mümkünatı yok, orası kesin. Ama kolaylaşmıyor da. Kendilerini ellerinde çiçek, arkalarında müzik yürüyor sananlar kılıçlar ve haksız zırhlarla korkunç bir savaşta öncülük ediyor haberleri yok. 

Konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor, bir de dinlediğini sanıyor. Aklından geçeni fikir bellemiş, ben doğruyum sanıyor. Kodlanmış olduğundan haberi yok, asla düzgün vakit ayırmıyor. Gösteri kısmında ön safta işler kızışınca, sakin andayken şapka önde düşünmeye yanaşmıyor. Bazısı da geçmiş, ayak uydurayım diye rezil oluyor, bilmiyor, bilinmiyor. Yanlış hareket ediliyor, çok yanlış.

Onlar, içlerini ısıtanların talebe göre uzun uğraşlar sonucu kurgulanmış güzel kalplerine sorgusuz teslim oluyor, yeni, yıkıcı bir yorgunluğun, ayıbın yoluna giriliyor. Yönlendirilmeye hazır, emir bekliyor. Kapısını çalana kendine benzemiyor diye açmıyor. Sonra kendine asla toz kondurmayıp onları suçluyor. Orta yola inanmıyor, müsade etmiyor. Çıldırmayı seviyor çünkü. Bağıra çağıra zafer düşlüyor, kayıpları mühim görmüyor.

Ne yaptım ne ettim diye düşünmek yok. Kafalar resetleniyor, hedefe kitleniyor. Tek işi koşmak şimdi. Vura vura, kıra kıra. Paramparça edip yere serene kadar. Mutlu olacak belki, bu asırlardır süren tuhaflık olmasa elinden sımsıkı tuttuğu insanı yere serince, yüzünü düşürünce, mağlup edince mutlu olacak. Ailesini dinliyor, gördüğünü yapıyor, arkadaşları veya, onlara uyuyor. Bulunduğu, olmak istediği ortamın şatafatı neyi gerektiriyorsa, birden ona ait oluveriyor. 

Kafalar karışıyor, emin olamıyor. Kibri, aşağılamayı, susmadan binlerce söz harcamayı marifet sanıyor. Kendisi en doğru, sevdiğini sandıklarına bile tahammül edemiyor, bulduğu rast geldiği her fırsatı kullanıyor, kana susamış vampir, aç kalmış köpek gibi deliriyor. Yaptığının ne olduğunu o da bilmiyor. Çok değil, birkaç kez gözünü açıp baksa göreceğini anlamıyor. İmkanları reddediyor, kendinden büyük önyargılarını kırmadan yaşamaya devam edeceğini kesinleştiriyor. Ümit vermiyor, o yolun yolcusu olduğunu sanarken aslında en büyük düşmanı olduğu fark edemiyor. 

 Varacağı yerin ne olduğunu bilmeden gönüllü asker kesiliyor. Eline bulaşan pisliği görmeye zamanı kalmıyor, şans isteyen düşünceleri itiyor, bilerek görmüyor. Oysa görse, gösterse neler olurdu kim bilir.

Birleşme zannediyor, etrafına bakıyor. Gülümsüyor, dikenli teller ona çiçekli çit şimdi. Karşı eve bakıyor. Oranın karanlık yanlarından, kendine benzeyen korkunçlarından bu tarafı fark etmiyor. Aynı değil sanıyor, delicesine bunu savunuyor. 

Düşünmeyişinden utanmıyor, anlatmak isteyen olunca koşarak kaçıyor. Sabitliğine zarar gelmesin aman, çok korkuyor. Bu uğurda onursuz ölmeyi, biraz fark yaratınca alacağı tepkiye yeğliyor. Çünkü ses etmeyin, o kendini güçlü, saygıdeğer bir melek, yanındakileri kardeş, ötekileri de düşman sanıyor.

Rahat ediyor o haldeyken, sürekli anlattığı ezber dertleri aslında ona değmiyor. Çünkü gerçek değil, irdelemiyor. "Ötekiler" hep yalan, hep yanlış biz doğru diyor. Bu öğretilmiş, bangır bangır bu söyleniyor, o da tamam diyip hak vermeye hazır bekliyor. 

Seçiçi olamıyor, çörü çöpü ayırt etmiyor çünkü tek bir şeyi seçiyor. Ötekinin dediğinin zıttı neyse benim yerim o diyor, doğruyu adaleti güzelliği bu sanıyor. Olmadığını duymuyor. Kendi bile zor tahammül ederken, anlam veremezken başkalarına kızılcık şerbeti şovu yapıyor. Yazık ediyor, iyi kötü bakmadan her kurda büyükanne demenin marifet olduğuna inanıyor. Kutsal onun inancı çünkü, her şey mübah sanıyor. Önüne serileni hep öpüyor, çelişmekten asla ama asla sıkılmıyor. Bahaneler buluyor, kılıf uyduruyor ve yine inatla çok çok çok şeylere göz yumuyor. 

Bir de bunun rüya, hayal, ütopya kısmı var. O da birdahaki yazıyı bekliyor. 

24 Ocak 2019 Perşembe

Değişiyoruz, çok fazla, sürekli, hemen hemen her konuda. En sabit gördüklerimiz bile başkalaşımlar geçiriyor. Fark etmiyoruz anlamıyoruz kaçırıyoruz belki ama bazen ufaktan hissediyoruz. Ufaktan dedim, kimisi çok bariz alenen ortada, kimisi usul usul ve hafif oluyor çünkü.

Bakın bi, düşünün. Uzuuun aralardan sonra baktığınız fotoğrafları düşünün. Değişen tek şey görüntünüz olamaz herhalde. Arkadaşlarınız, düşünceleriniz, hissettikleriniz, belki yaşadığınız yer, belki olmak istediğiniz şey.. Hepsi biraz artmış biraz eksilmiş biraz da gitmiş oluyor muhtemelen.

Beş sene önce hiç dikkat etmediğim bir şey şu an radarıma aşırı takılıyor, o yıllarda hayatımı adayacağımı düşündüğüm şeyler uçup gitmiş. Bir kısmına gülüyor, bir kısmını hatırlamak dahi istemiyorum.

Şu anda olduğum kişinin bakış açısına, değerlerine ters şeyler görüyorum, şaşırıyorum. Hep böyleymişim gibi geliyor çünkü, değişen şeylerin korkunç miktarını anlayamıyorum.
Değişimi kabullenmek, bizim daha sık kullandığımız tabirle "alışmak". Alışmanın normalliğini hayret ede ede kabulleniyorum.

Yanlış anlaşılmasın, değişmekten hiç rahatsız değilim. Bir şeyler değişmediği sürece hayatta kalabileceğim/iz/e zaten inanmıyorum. Ama düşünüyorum işte. O öyle değil de neden böyle, böyle olsa nolur, o nasıl öyle olmuşlar.. falan filanlar. Geceniz güzel olsun.

12 Ocak 2019 Cumartesi



        Keşke diyorum önceden burada olsaydık, keşke kafamızdan taşarcasına dolaşıp duran fikirleri satırlara koysaydık. Sinemada izlerken ağlatan filmi anlatsaydık birbirimize, coşkumuz muhatap bulamayıp dinmeseydi sessizce. Anlatsaydık, çok kez anlatsaydık. Çalan müziğin ritmini, kalbimizdeki hissi karşılığını, nasıl vurup sarstığını.. Keşke diyorum önceleri bi' yerlerde olsaydık. Dinlemenin kıymetini bilen dostlarımız olurdu, onlara sarılsaydık.

https://www.youtube.com/watch?v=-x9GxGYA7nE

9 Ocak 2019 Çarşamba



         Lütfen insanların hakkınızda ne düşündüğünü kafaya takmayı biraz azaltın. Herkesin düğün makyajı ve her güne ayrı kombinle geldiği okula, işe siz daha rahat kıyafetlerle gitmek istiyor olabilirsiniz. Çoğunluğun 'sevdiğini söylediği' şarkıları siz de sevmek, dinlemek zorunda değilsiniz.

Dinlediğiniz müzikten, giydiklerinizden, söylediklerinizden utanmayın. Bırakın insanlar, diğerleri hakkında düşünüp konuşarak kendi ömürlerini harcasın. Siz kendi yolunuza bakın. İstemediğiniz hiç kimseye, neyi neden yaptığınızı açıklamak zorunda da değilsiniz. Öyle gerekiyordur, size göre uygun olan odur veya sadece keyfinizin kahyası öyle istemiştir ve bu gayet yeterli bir gerekçedir. Kimseyi ilgilendirmez.

Kendinizi düşük hissetmeyin, fazla utangaç olmayın. Herkes insan, hepimizin eli kolu gözü kulağı var. Kimse üstün değil. Hele de kendi gözünüzde büyüttüğünüz veya farklı gördüğünüz kibirli insanlar hiç değil. Kibir çok çirkin ve aşağılık bir özelliktir. Özgüvenle sakın karıştırmayın. Saygı duyacağınız, çekineceğiniz insanları iyi seçin. Toplu taşımada inmeniz gerekiyorsa ayağa kalkıp yanınızdakinin kalkmasını beklemek veya yüzüne boş boş bakmak yerine 'pardon, geçebilir miyim, müsadenizle' diyebilirsiniz. Emin olun çok daha kolay olacak ve bu sizden hiçbir şey götürmez. Girdiğiniz ortamlarda başınızı yere eğmeyin, dik durun. Heyecanlı veya gergin olsanız bile.

Gülümsemekten korkmayın, saçmalamaktan da. Ben defalarca yaptım, masal anlatmıyorum size. Ezber sözlerle konuşmuyorum. Böyle yaptıkça, garip durumlar karşısında ağlamak yerine kendinize gülebilmeye başlayacaksınız. Dış görünüşünüzü büyük bir dert haline getirmeyin. Çok kilolu, çok zayıf, kısa, uzun olabilirsiniz, hiç beğenmediğiniz fiziksel özellikleriniz olabilir. Olduğunuzdan daha küçük veya büyük durmanız da muhtemel. Ama bunları 'kusur' olarak görüp kendinize eziyet etmeyi bırakın.

Sizi en iyi anlayacak ve hayat boyu peşinizi bırakmayacak o aynadaki görüntüyle iyi anlaşın. İsteseniz de kaçamayacağınız o kişiyi iyi tanıyın, hayatını yaşamasına yardım edin. Başkalarına yardım edip düşündüğünüz kadar, biraz da kendi elinizden tutmayı unutmayın. Görmezden gelmeyin, nefret etmeyin. Zaten bu kadar çok kötülük varken, kendiniz de düşman haline gelmeyin, benliğinizi, ömrünüzü kurtarın.




On Beş Mayıs

  Acaba hakaretsiz kötü sözsüz nasıl yazarım, üslubumu sakin bir ölçüde nasıl tutarım şeklinde uzunca düşündükten sonra konuşmaya karar verd...