28 Eylül 2020 Pazartesi

güzel eylül,

lafa bi türlü başlayamadığımı fark ettim. neyi nasıl anlatacağımı bilmiyorum, sanırım o yüzden. heyecanlıyım. heyecanımı saklayamıyorum da işin kötüsü. neden kötü, çünkü olmayacak bir hayale kaptırdım kendimi modundayım. kafamdaki sesler birbirine karışıyor, düşünceler de birbirini kovalıyor. anlayamıyorum da aslında. daha doğrusu yanlış anlıyorum, muhtemelen. açıklığa kavuşmayacak şeyler esir ediyor aklımı.

ne yapacağımı bilmiyorum. aynı anda çok zıt şeyler istiyorum. hangisi iyi, hangisi felaket kestiremiyorum. denemeden bilemeyiz tabi, ama denemeye korkuyorum. ya tek atışlık bir şanssa? ya o atış her şeyi bozarsa? hangi her şeyi..

bir şey aynı anda hem varmış hem de yokmuş gibi olabilir mi? oluyor. anlam yüklemeyi çok seven detaycı karakterim mi oynuyor yoksa benimle. kalbimi hiçbir zaman susturamadım zaten, yine yapamıyorum. aklımın müdahil olup çözmesi gereken şeylere müsade etmiyor. ben de yok sayamıyorum. ne onu, ne istediklerimi, ne imkansızları, ne de ihtimalleri.

güvenli sulardan çıkmak istemiyorum, çünkü derinlerde boğulursam beni kimsenin kurtaracağına inanmıyorum. dalga sesleriyle yetinmek, güneşin batışına izlemek, ışığın varlığından güç alıp yine de umutsuzca dilemek.

sanki birine uzun uzun bakıyor da sonra gözlerimi kaçırıyor gibiyim. alenen ortada olanları gizliyor, kaçak cevaplara sığınıyor gibi. şarkıların beni kurtarmasını bekliyorum belki. şiirlerin, sözlerin, şakaların ve kime olduğunu bilmediğim cümlelerin. boşa bekliyorum. hepsini unut be kızım, hiç normal bi işin yok mu senin?




3 Mayıs 2020 Pazar

Korona Günlükleri



   
        Yine her şeyi bir anda nasıl tükettik ama. Sanki daha önce keyfi olarak hiç uzun süre evde  kalmamışız gibi, okul/iş bi salsa da keyif yapsam, yatağımda yatıp yuvarlansam diye söylenmemişiz gibi. Daha ilk haftalardan başladı "fenalık geçiriyorum"lar, "ay çok sıkıldım, yapacak hiçbir şey kalmadı"lar. Sanki sihirli bir değnekmiş de bizi mutlu edeceğinden eminmişiz gibi koşa koşa yapbozlar aldık, link üstüne link kaydırdık. Her zamanki gibi çareyi deli gibi lüzumsuz şeylere para harcamakta aradık. Anlamıyorum ki nasıl bir toplumuz. Başkalarının etkisinde neden bu kadar kolay kalıyoruz, niye kendimize asla yetemiyoruz. Faydalı trendleri alıp işimiz bakmak yerine, ne kadar boş, çer çöp içerik varsa müptelası oluyoruz.  

Yüzlerce kaynak açıldı internette. Sırf #evdekal'alım diye tonla sanatsal faliyet ayağımıza geldi, müzeler, belgeseller, filmler, eğitimler, birbirinden farklı bir sürü şey. Biz n'aptık? Başta çok heyecanlandık, haliyle. İki gün sonra buna da alıştık, unuttuk. Hiçbirinin yüzüne bakmadık. Biz buyuz çünkü. Doyumsuz, nankör, tembellik ve şikayet etmeyi alışkanlık edinmiş insanlarız. Sadece lafta çok iyiyiz. Beylik laflar edip dururuz değil mi? Görünüşte hepimiz harikayız, kendine ya da başkalarına faydalı, düşünceli, gerçek anlamda "yaşayan" canlarız. Yok canım, alakamız bile yok. Sabahtan akşama kadar bomboş yatıp sonra niye mutsuzum diye ağlıyoruz.

Sanki bunu yok etmek için uğraşmışız, sanki bir şans vermişiz gibi. Elimizden geleni yapmakta her zaman çok zorlandık. Şimdi de bunun için harika bir zaman değil elbette. Ama en azından ufak tefek şeyleri iyileşme amacıyla deneyebiliriz. Ruhumuzun kasvetine biraz müdahele edecek, belki içimizde bir iki çiçek açtıracak bir şeyler bulabiliriz.


19 Şubat 2020 Çarşamba



      İnsanlar neden böyle ya? Sosyal medyada bin çeşit tuhaf hareket var birçoğuna artık alıştık ama bunu neden yapıyorlar asla anlayamıyorum. Her popüler olay hakkında, bilgisi olsa da olmasa da mutlaka konuşmak, etkileşim getirecek HER şeyle bir şekilde alakadar olmak. Yetmezmiş gibi, sürekli olarak, fikirleri kabul gören kişilerin içeriklerini çalmak. Hem komik hem de fazlasıyla acınası. Bi süre sonra insan görmeye katlanamıyor artık.


       İnsanlar beni ben olduğum için sevsin/olduğum gibi kabul etsin demek yerine, en çok hangi fikir tutuluyorsa onu savunayım, sevilen şeyleri seviyor gibi gözükeyim, bir şey tepki aldıysa muhakkak ben de eleştireyim. Ama tabii ki kendi cümlelerimle değil, çünkü benim bu konuda bi fikrim yok ki. Benim bu konuda fikrim yok! Mecbur başkalarının yazdıkları arasından özenle birkaç tanesini seçip, kullanılan kelimelere kadar araklayarak harmanlayacağım. Sonra gelsin etkileşimler, haklısın canımlar, alkış emojileri.. dakjhdwfkjfh

       İşin kötüsü bi yere kadar kimse fark etmeyebilir, iyi, akıllı, duyarlı, bilgi, zevk sahibi sanılabilir bu kişiler. Sanılıyor da, bizzat şahidim. Ama sonra aydınlanmalar başlıyor. Kimse kör değil ki be. Herkes salak mı da anlamayacak bunu. Biz onlar adına utanmaya başlıyoruz ama onlar asla çekinmiyor yapmaktan. Ya hiç utanmaları yok, ya da vazgeçemeyecek kadar zavallılar. Öyle var olmuşlar çünkü. Ya kendilerine ait hiçbir şeyleri yok, ya da hepsini unutmuş yok etmiş kaybetmişler bir şekilde.

       Çok kötü, ondan bundan onay alacağım, çok rtleyecekler, sırf hemfikiriz diye beni sevecekler ya da arkadaşlık kuracaklar diye böyle yapmak gerçekten çok kötü. İnsanların duymak istediklerini söyleyerek sağlıksız takdirlerini kazandığın için veya yalnızca etkileşim için alakalı alakasız her şeyden bahsedip içerik üreterek mutlu olmak baya ilginç.

       Bilgi olsa, bir şekilde tahammül edilir. Hani nesnel bir şey, herkes ulaşabilir, paylaşabilir dersin. Ama bunlar kişisel görüş, yorum ya hu! İki üç kez aynı noktada rast gelmek de anlaşılabilir. Ama her konuda her şeyde aynı düşünmek? Yok artık. Orada bi dur derler artık adama. Kendini daha fazla rezil etme falan.. Ama kimse demiyor herhalde, dense böyle olur muydu, bilemiyorum belki de olurdu. İyi forumlar

8 Şubat 2020 Cumartesi



Hayatı, söylendiği gibi ciddiye almamak veya basit yaşamak mümkün mü acaba? Sık sık bu konuyu düşünmeme sebep olacak şeyler yaşıyorum ki normal olan da bu, sanırım. Hem inanılmaz derecede heyecan verici ve güzel olan, hem de korkunçluklarla dolu ve rezalet şeyleri barındıran bir şeyin içinde yaşıyoruz. 

Bilmiyorum ne yapmalı, nasıl anlamalı, nereden bakmalı, ne için uğraşmalı. Zaten şu anda az evvel yazmaya karar verdikten sonra başından kalktığım -neden yaptıysam- ve sonrasında unuttuğum cümleme üzülüyorum. Her biri mühim çünkü, benim için bir şeyler ifade ediyor. Neyse.

Etkisinde kaldığım/ız sayısız şey varken kendi fikrimi nasıl kesin şekilde bulabilir veya bunun benim için doğru, akla uygun olduğunu iddia edebilirim. İçinde bulunduğum çağın hızına ve kalabalığına maruz kalırken kovaladığım, kaçtığım, yetişmeye/yok etmeye çalıştığım onca şeyin arasında, ya da etrafında, hiç yoksa yakınlarında savrulup dururken yere sağlam basıp "evet, şu şudur" diyebilmek nasıl mümkün olsun ki. 

İnandıklarım bile kendi içlerinde şiddetle çatışırken, hangi birinin neresinden tutup da bağlanacağımı nereden bileyim. Yahut kendimce büyük gördüğüm hemfikir olmaların esasen ne kadar ufak olduklarını ve bana rahatlamış, iyi hissettiren o sözcüklerle cümlelerin nasıl yanılsamalar olduğunu fark etmemin yaşattığı tatsızlığı nasıl tarif edeyim.

Herkes hem bu kadar aynı hem de bir o kadar farklı, eşsizken, her biri birbirinden farklı yüz binlerce kötülüğün, çirkinliğin karşısında, neyi nasıl yapacağıma karar vermek hayli zor. Öğrenmek istediklerimin handikapları, aklımızın sınırları ve hayat şartları derken düştüğümüz, düşüp kaldığımız çukurun içinde ne yapacağını bilmez halde ordan oraya dolaşmanın neye faydası var.. Üstelik o çukurların, kimileri için saray olduğunu bilmenin doğurduğu sancılar ve akabinde gelen pişmanlıklar, sorumluluk hissedilen şeyler de daima peşimizde.

Aklıma geldi, dünyayı ele geçirenler uydurma tırışka meslekler mi yoksa bunlar sahiden işe yarar, "gerçek", "etkili, iyileştirici" eylemler ve yöntemler mi? Meditasyon yap içsel yolculuğuna çık ve boktan her şeyle mücadele etme gücüne sahip ol, binlerce bitkiyi taşı enerjiyi araştır ve kendine cadı, cart curt uzmanı vs bile diyen kişilerin peşinden git, telkin yöntemler bilmem ne eğitimleri ve en dandiğinden iki üç seans kişi ya da kurumla geçirilen vakitten sonra işin ehli belgesi/unvanı verilen şeylerin erbabı ol.. N'oluyo abi, hayırdır nereye gidiyoruz. 

Herkesin algı dünyası farklı olmasına rağmen, aynı gerçeklikte yaşadığımızı neden inkar ediyoruz. Aynı sokaklarda yürüyüp aynı yerleri gezerken, aynı şeyleri görürken neden birileri yalan yanlış bilgiler ya da zırvalar eşliğinde gülüşler saçıyor ekranlara? Daha hepimizin elinde olan akıllı cihazların teknolojisine bile hakim değilken uğraşılan şeylere bak. Kaç kere düşündün bu dokunmatik sistem nasıl işliyor diye, orasını burasını çevirip baktın, bunun ne derece bir şey olduğunu, nasıl üretildiğini hiç mi merak etmedin? Neden tek yaptığı saatlerce instagram ve youtubeda moron gibi vakit geçirip tüketmek olanlar ve onlara bu içeriği sağlayan, normalde yağmayacağı şeyleri kamera yani para için yapan, iş yaptığını sanarken günlük yaşamını en ortasından baltalayıp her şeyi çatırdatan ve bir süre sonra her şeyden uzaklaşan, benliğinden uzakta kaybolan bu kadar çok insan var?

Üretmek çok mu zor, bir yerden başlamak gerekmez mi? Hep başkaları yapsın biz izleyelim mi? Şahit olmanın hissi bizzat dahil olmayla hiç yarışabilir mi? Herkes farklıdır ama herkes aslında aynıdır. Her şey çok basit ve karmaşık. Her şey mümkün ve tabii ki imkansız. Her şey çok kötü, aynı zamanda harika. Sonsuz şekilde visa versa. Kıyamete ne zaman kavuşacağız acaba..

30 Ocak 2020 Perşembe



Dünyanın karmaşıklığından bunaldım. Her şey aşırı basit mi yoksa son derece karmaşık mı ondan bile emin olamıyorum/z. Mesela, çok uzun yıllardır bize söylenen neredeyse her şeyin yanlış olduğunu öğrendik. Sağlıkla büyümek isteyen her çocuğa her gün süt içmesi öğütlendi ama buün bakıyoruz ki insan vücudu sütü sindiremiyor bile. Gelişen teknoloji ve yapılan araştırmalarla bilgilerimizin güncellenmesi, yeni şeyler öğrenmemiz elbette güzel ve normal ancak keşke tek mesele bu olsa.

Bir sürü uzman, profesör var etrafımızda. Biri canla başla bir şeyi savunuyor, öteki de aksini. İkisi de eğitimli, belki ikisi de gayet güvenilir gözüküyor. E o zaman hangisinin ikna kabiliyetine teslim olmamız gerekiyor? Hal böyle olunca insan bıkıp yalnızca keyfine göre yaşamaya karar veriyor.

Bilgi akışı hiç kesilmiyor. Her gün doğru yanlış eksik gedik saçma ya da mantıklı ilginç ya da sıradan yüzlerce binlerce şeye maruz kalıyoruz. En basitinden hayatını düzene sokmak, daha iyi rutinlerle yaşamını sürdürmek isteyen kişiler için, içinde bulunduğumuz çağda sayısız kaynak mevcut. Bloglar, dergiler, televizyon programları, youtube kanalları, online veya normal eğitimler.. Var da var yani. Ama bunları kullanıp bir yol çizmek isteyen birini yine benzeri problemler selamlıyor. Neden?

Herkes kendine göre bir şeylerin bilirkişisi çünkü. Biri kalkıp diyor ki ara ara kendinizi ödüllendirin, şımartın. Ufak tefek abur cuburlar için gün ayırın vs. Diğeri de hayır diyor, her gün yediğiniz et ekmek su bile doğal veya sağlıklı değilken onlara sakın ha bulaşmayın! Peki, tamam.

Biri diyor şu araştırma sonucu şunlar kanıtlanmış, öteki de kalkıp zıttını öne sürüyor. Bilimse bilim analizse analiz. İyi de biz hepimiz akademik düzeyde rahatça okuma anlama yapabilecek kapasitede insanlar değiliz ki. Kime nasıl, ne kadar güveneceğiz hangilerini kabul edeceğiz? Kapasite demişken, her alanda veya birçok alanda kendine bir şeyler katmak isteyen insanların da bunu yapabilmesi pek mümkün görünmüyor çünkü bir gün 24 saat ve her biyolojik bünye uykuya illa ihtiyaç duyuyor. Zamanı efektif kullanma konusunda ustalaştı diyelim, bu sefer dış etkenler müsade etmiyor. Yapmak gitmek görmek halletmek (sonsuza uzar bu) zorunda olduğu şeyler listesi uzun çünkü. Bir de çoğunluğun pek çok açıdan bağlı olduğu bir ailesi de var. Bu da artı birkaç insan ve beraberinde birkaçın baya fazlası da sorun demek. Her neyse.

Yine birileri şöyle diyor diğerleri şöyle diye girecektim ama yanlış anlaşılmasın. Herkes hayatını yalnızca başkalarını dinleyip onların sözlerine tavsiyelerine uyarak yaşamıyor tabii ki. Eğer taklit, özenme, kompleks ve benzeri şeylerin çemberinde yaşayan henüz kişiliği oluşmamış biri değilse şahıs, devamlı öğreniyor sorguluyor yenileniyor, gelişiyor. Yani dışarıdan aldıklarını filtreleyip kendine uygun gördüğü şekilde seçimler yapıyor ve aksiyonlar alıyor. Aksi mümkün değil zaten. Herhangi birinin, hiçbir şey öğrenmeden, dışarıdan herhangi bir şey almadan yaşamını sürdürmesi imkansız. Doğduğumuz andan, hatta daha anne karnından itibaren bu süreç başladığı için önce bunu bi kabullenmek lazım. Zaten bu yüzden de "özgünlük, keşif" gibi kavramlarının anlamları hakkında uzun uzun düşünmem/iz gerektiğine inanıyorum.

Bir yerde duyduğum ama kime ait olduğunu hatırlayamadığım bir söz var. Sanırım bir yazar, yazılan hiçbir kitabın tamamen onu yazan kişinin fikirlerinden oluşamayacağını, çünkü o düşüncelerin yazarın bugüne kadar okuduğu yaşadığı her şeyden etkilenerek oluştuğundan bahsediyordu. Çok fazla hak veriyorum. En azından şimdilik, çünkü malum her an her şey değişebilir. Sonuçta değişim asla son bulmaz ve değişmeyen tek şey de değişimin kendisidir.

Ben kendim de sayısız kararsızlıklar içerisindeyim. Ne istediğimi, neleri hedeflediğimi az çok biliyorum elbette. Planlar yapıyorum, uyguluyorum, bir şeyler için çabalıyorum. Deniyorum, yanılıyorum, kararlar alıyorum ama hala çoğu şey, hatta neredeyse her şey, hakkında tek söyleyebildiğim "bilmiyorum." 

Belki de hayat budur, böyle bir şeydir aydınlanmasını bir süre önce yaşadım. Dolayısıyla ondan beridir daha bi sakinim sanki ama çok da değil. Kafamın içi durmadığı için her an yeni bir şey çıkıyor çünkü. Bununla ilgili de çalışıyorum, neredeyse her gün. Zihinsel karmaşayı biraz dizginleyip yoluna sokacak yöntemler hakkında uğraşmak hoşuma da gidiyor. Tam olarak "ben" gibi hissettiğim şeylerden biri bu. Tabi yine, şimdilik, orası kesin. Bu arada biraz dedim çünkü çalışan bir kafadan daha kıymetli çok az şey vardır. Her ne kadar zaman zaman bu bir eziyet gibi gözükse de esasen lütuf olduğuna inanıyorum/inanmak istiyorum. İşte bu yüzden onu haddinden fazla sınırlamaya çalışmak, bi yerde işleyişini bozmak olur. Olumsuz yönde dönüştürmek de en son isteyeceğim şeydir sanırım.
So, onu da bir demir gibi düşünüp ışıldamasına yol açma ihitmali olan şeylere fırsat vermek lazım. Neticede atasözlerimiz önemlidir.

Şu insanı hüsrana ve sıkılganlığa sürükeyen zıttırı bıttırılar hakkında daha çok örnek var. Ama sabaha kadar da yazsam pek bi faydası olmaz. O yüzden en iyisi oturup umar yolculuğuna çıkmak sanırım. Gidiyorum. 

On Beş Mayıs

  Acaba hakaretsiz kötü sözsüz nasıl yazarım, üslubumu sakin bir ölçüde nasıl tutarım şeklinde uzunca düşündükten sonra konuşmaya karar verd...