7 Mayıs 2019 Salı



           Olmuyor, çabaların hepsi boş. Şu olmayasıca dünyaya insan olarak gelmişiz, mecburuz şahit olmaya, görmeye. Kurulan düzenin ayakları sızlatan taşlı zemininde düşmeden, kaymadan, kanamadan yürümenin zorluğuna mecburuz. Mümkünatı yok, orası kesin. Ama kolaylaşmıyor da. Kendilerini ellerinde çiçek, arkalarında müzik yürüyor sananlar kılıçlar ve haksız zırhlarla korkunç bir savaşta öncülük ediyor haberleri yok. 

Konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor, bir de dinlediğini sanıyor. Aklından geçeni fikir bellemiş, ben doğruyum sanıyor. Kodlanmış olduğundan haberi yok, asla düzgün vakit ayırmıyor. Gösteri kısmında ön safta işler kızışınca, sakin andayken şapka önde düşünmeye yanaşmıyor. Bazısı da geçmiş, ayak uydurayım diye rezil oluyor, bilmiyor, bilinmiyor. Yanlış hareket ediliyor, çok yanlış.

Onlar, içlerini ısıtanların talebe göre uzun uğraşlar sonucu kurgulanmış güzel kalplerine sorgusuz teslim oluyor, yeni, yıkıcı bir yorgunluğun, ayıbın yoluna giriliyor. Yönlendirilmeye hazır, emir bekliyor. Kapısını çalana kendine benzemiyor diye açmıyor. Sonra kendine asla toz kondurmayıp onları suçluyor. Orta yola inanmıyor, müsade etmiyor. Çıldırmayı seviyor çünkü. Bağıra çağıra zafer düşlüyor, kayıpları mühim görmüyor.

Ne yaptım ne ettim diye düşünmek yok. Kafalar resetleniyor, hedefe kitleniyor. Tek işi koşmak şimdi. Vura vura, kıra kıra. Paramparça edip yere serene kadar. Mutlu olacak belki, bu asırlardır süren tuhaflık olmasa elinden sımsıkı tuttuğu insanı yere serince, yüzünü düşürünce, mağlup edince mutlu olacak. Ailesini dinliyor, gördüğünü yapıyor, arkadaşları veya, onlara uyuyor. Bulunduğu, olmak istediği ortamın şatafatı neyi gerektiriyorsa, birden ona ait oluveriyor. 

Kafalar karışıyor, emin olamıyor. Kibri, aşağılamayı, susmadan binlerce söz harcamayı marifet sanıyor. Kendisi en doğru, sevdiğini sandıklarına bile tahammül edemiyor, bulduğu rast geldiği her fırsatı kullanıyor, kana susamış vampir, aç kalmış köpek gibi deliriyor. Yaptığının ne olduğunu o da bilmiyor. Çok değil, birkaç kez gözünü açıp baksa göreceğini anlamıyor. İmkanları reddediyor, kendinden büyük önyargılarını kırmadan yaşamaya devam edeceğini kesinleştiriyor. Ümit vermiyor, o yolun yolcusu olduğunu sanarken aslında en büyük düşmanı olduğu fark edemiyor. 

 Varacağı yerin ne olduğunu bilmeden gönüllü asker kesiliyor. Eline bulaşan pisliği görmeye zamanı kalmıyor, şans isteyen düşünceleri itiyor, bilerek görmüyor. Oysa görse, gösterse neler olurdu kim bilir.

Birleşme zannediyor, etrafına bakıyor. Gülümsüyor, dikenli teller ona çiçekli çit şimdi. Karşı eve bakıyor. Oranın karanlık yanlarından, kendine benzeyen korkunçlarından bu tarafı fark etmiyor. Aynı değil sanıyor, delicesine bunu savunuyor. 

Düşünmeyişinden utanmıyor, anlatmak isteyen olunca koşarak kaçıyor. Sabitliğine zarar gelmesin aman, çok korkuyor. Bu uğurda onursuz ölmeyi, biraz fark yaratınca alacağı tepkiye yeğliyor. Çünkü ses etmeyin, o kendini güçlü, saygıdeğer bir melek, yanındakileri kardeş, ötekileri de düşman sanıyor.

Rahat ediyor o haldeyken, sürekli anlattığı ezber dertleri aslında ona değmiyor. Çünkü gerçek değil, irdelemiyor. "Ötekiler" hep yalan, hep yanlış biz doğru diyor. Bu öğretilmiş, bangır bangır bu söyleniyor, o da tamam diyip hak vermeye hazır bekliyor. 

Seçiçi olamıyor, çörü çöpü ayırt etmiyor çünkü tek bir şeyi seçiyor. Ötekinin dediğinin zıttı neyse benim yerim o diyor, doğruyu adaleti güzelliği bu sanıyor. Olmadığını duymuyor. Kendi bile zor tahammül ederken, anlam veremezken başkalarına kızılcık şerbeti şovu yapıyor. Yazık ediyor, iyi kötü bakmadan her kurda büyükanne demenin marifet olduğuna inanıyor. Kutsal onun inancı çünkü, her şey mübah sanıyor. Önüne serileni hep öpüyor, çelişmekten asla ama asla sıkılmıyor. Bahaneler buluyor, kılıf uyduruyor ve yine inatla çok çok çok şeylere göz yumuyor. 

Bir de bunun rüya, hayal, ütopya kısmı var. O da birdahaki yazıyı bekliyor. 

On Beş Mayıs

  Acaba hakaretsiz kötü sözsüz nasıl yazarım, üslubumu sakin bir ölçüde nasıl tutarım şeklinde uzunca düşündükten sonra konuşmaya karar verd...