15 Mayıs 2023 Pazartesi

On Beş Mayıs

 Acaba hakaretsiz kötü sözsüz nasıl yazarım, üslubumu sakin bir ölçüde nasıl tutarım şeklinde uzunca düşündükten sonra konuşmaya karar verdim. Çünkü artık susan yok. Neredeyse herkes konuşuyor ama konuşan da bomboş konuşuyor. Hem aklını hem vicdanını eşzamanlı olarak devreye sokabilen insan sayısı son derece az. Ortalık cehenneme dönmüş, yine. Midem bulanıyor.


Nereden tutsanız elinizde kalacak deprem tweetleri Twitter’ın içinden geçti gece boyu, hala da devam ediyor. İnsanların şaşkınlığı, hayal kırıklığı, öfkesi anlaşılabilir. Beklentilerinin dışında bir durumla karşılaştılar ve ummadıkları bir kitleden bu sonucu gördüler dimi? Buraya kadar normal, asla kimsenin haddine olmamasına rağmen, “neden böyle yaptınız?” deme hakkı göreceklerdi kendilerinde. Tek taraflı bakış açılarından gördükleri buydu çünkü. Yaşanan afete çok üzülmüşlerdi, mahvolmuşlardı, yardımı hiç bırakmamışlardı. Dolayısıyla şimdi bunları haram etme, iyi oldu size, keşke daha çok ö*seydiniz deme hakları vardı dimi?

İkinci turun Millet ittifaki adına en büyük kayıp unsurlardan biri olacağı dışında, bu tweetler için şimdilik başka bir şey söylemeye gerek yok. İnsan olan kimse o sözleri sarf etmez, edene destek vermez zaten.


Gelelim devamındaki “anadolu insanı/karadenizliler” lincine. Haritadan komple silmek lazımmış, muhalefet ne yaparsa yapsın yaranamazmış. Canımın içi, daha seçim günü gelmeden “ee bu saadetlileri ne zaman atıyoruz, bitmedi mi işimiz” diyen sensin. Yanında tutmak istemediği kitleleri iktidar karşısında birleşmek için çağıran ama halkı bundaki samimiyetine inandıramayan da partin. Bi türlü oy alamıyoruz diye diline dolayıp üstüne bir de aşağılamalara doyamadığın o insanlar için ana muhalefet bugüne kadar ne yaptı? Bir yaşlı amcanın köylü dostu demesi, her afişe default gelen başörtülü genç kız fotoğrafı mı sağlayacaktı bunu? 


Şimdi önümüze düşüp duruyor “pkk işin işine girerse asla oy vermez işte orta kesim, başından belliydi” diye. Yahu aklınız neredeydi? Hangi matematik bu? Halk ziyaretlerinde Akşener’in suspus olup cevap veremediği o sorular bu yüzdeler işte. Evet HDP kitlesinden desteğiniz var. Kendinizi mecbur bıraktığınız ve sıkı sıkıya tutunduğunuz ama bu adamların aynı zamanda YSP sorumluluğu vardı unutmayın. Kendilerini tamamen size emanet edecek halleri yoktu. Kaldı ki Chp’lilerin lütfen iptal edin çağrıları eşliğinde yapılan ayrı toplanmalarında da Türk bayraklarının hoş karşılanmayışı elbette birilerini rahatsız etmiştir.


Tek bir amaca odaklanıp her şeyi mübah görmekle bir amaç için elinden geleni yaparken esas değerlerini korumak arasında fark var ve ne yazık ki büyük bir kısım bunu başaramadı. Tek bir amaç = Erdoğan hükümetinin gitmesi. Mübah görülen şeyler listesini zaten biliyorsunuz. E ama Cumhur tarafında da Hüdapar var!!!!! Doğru, var. Peki sizce o beğenmediğiniz ama minimum %20’ye sahip iç anadolu & karadeniz halkı doğduğumuzdan beri hayatımızı zehir etmekle anılan, sayısız eylemi üstlenmiş, her birimizin ne yazık ki tanıdığı PKK’yı duyunca mı daha çok etkilenir yoksa bu seçim öncesine kadar bir kısmımızın adını ilk kez duyduğu veya çoktan unutmuş olduğu hüdapar/hizbullah meselesini mi? Adamların yaptığı saçma salak açıklamaları sen sosyal medyada görüyorsun, Twitter’a Instagram’a her şey düşüyor. Televizyon öyle mi sanıyorsun? Zaten bu yüzden ısrarla şaşırıyor insanlar. Seçimi internetten ibaret sanıyorlar.


Ha ilk turda kazanma ihtimali yok muydu Kılıçdaroğlu’nun, tabii ki vardı. Hele de İnce çekildikten sonra. Heyecan iyice yükseldi, başta İmamoğlu olmak üzere solun ana karakterleri de tabii ki bu hypeı korudu ve artırmak için elinden geleni yaptı. Ama herkesin birbirini nefessiz gazladığı bu ortamda at gözlüğü olmadan duruma bakabilmek ne kadar mümkün kaldı onu bilmiyorum. Görmekten kusacak raddeye geldiğimiz alıntı cümleler paylaşmayı bırakabilirseniz, bi düşünün lütfen. Beklendiği üzere şu an dede savaşı var. KK yanlış adaydı onun yüzünden oldu’cularla, o elinden geleni çok iyi yaptı negatif basmayın susun’cular. Siz hangisisiniz bilmem, şu saatten sonra kazanmak isteyen muhalefet seçmeni içi doğru gözüken, yapılabilecek tek şey 2.turu dikkate almak ve oy vermektir.


Ha bir de Erdoğan’dan vazgeçmiş kendine küskün diyen sağ kesimin içindeki ateşi harlamamak. Ama bunun için geç kalınmış olabilir. Çünkü havalı müziklerle yapılan editlerden daha çok işe yarayan bir şey varsa, o da bizzat sizin ağzınızdan dökülen cümlelerdir. Bir avuç insan gerçekten “huzur, mutluluk, sağduyu, anlayış ve özgürlük” diyor, geri kalan herkes, tekrar ediyorum HERKES, içindeki nefreti kusmaya yer arıyor. Son yıllarda radikalleşmiş olabilirsiniz, belki tahammülünüzü kaybettiniz, malum teyzeyi kalple paylaşmakta bi sakınca görmediniz. Şunu unutmayın, karşınızda görüp ölümüne kutuplaştığınız kitleyi aşağılayan, yok olmalarını istediğinizi belirten her hareketiniz onlardan “kurtulma” hayalinizin önünde bir engel. Sizin kendi deyiminizle “var olma” savaşınız vs onların “yok olmama” direnişi. Ya iddia ettiğiniz gibi kapsayıcı olmayı öğrenin, ya da en azından stratejik düşünüp bunu yapmayın. Yoksa tabii ki hanenize bir oy daha kazanamazsınız. 


Sevgi dili geçerli bir slogan, özellikle yeni nesil çok da güzel işledi yer yer hepimiz biliyoruz. Ama şöyle bir gerçek var, burası Türkiye. Normalde politika yapılırken sadece aday seçmemiz gerekir. Biz seçmen de seçiyoruz bilmem farkında mısınız? Erdoğan’cılar “biz din düşmanlarını, sapıkları sevindirmeyiz!!” argümanıyla yürüyor, Chp’liler de “eğitimsiz kadın düşmanları!!” demeye devam ediyor. Bu insanlar bize gerçekten ne vaat ediyor diye düşünemiyoruz, birbirimize İNAT için oy kullanıyoruz, sonuçlarını hesap etmiyoruz. Uzlaşmaya çalışmıyoruz. Üç beş ender örnek dışında gerçekten sevgi dilini benimseyen kimseyi bulamazsınız, onlar da enayi polyanna. Bu atmosferde bunu umdukları için, hayal ettikleri için, nereden bildiğimi sormayın..


Kimse çıkıp da bunlardan ölümüne yorulmuş insanlara yeni bi seçenek sunalım demiyor. Kimse dönüp de kendisine bakmıyor. Suçu klasik unsurlarda aramaya devam herkes. Chp’nin 7. oku olan insanlar bile seçimin güvenliğini sarsmak o kadar kolay değil diyip güvence verdiği halde hala sonuçlara inanmayan, Mhp’nin, Memleket’in oranını kabullenmeyenler, sona doğru AA’ya paralel sonuç verdi diye muhalefetin kaynaklarını cancellayanlar var. Dostum sen ne istediğinin farkında değilsin ki. Sen bütün halkı hesaba katmadan, sadece kendi görüşündeki insanların etkileşiminde boğulup süreci izliyorsun, sonra da aynı safta olduğun kanallar mecburen durumu açıklayınca reddediyorsun? 


Zamanında canınızdan çok sevip el üstünde tuttuğunuz Muharrem’le de bu yüzden ayrıştınız zaten, şimdi bu yüzden sizden oy götürebiliyor. Son zamanların en önemli seçimi, binlerce hukukçu sahadaydı, yanlı kanallar son ana kadar umutlu davrandı. Daha ne istiyorsunuz? Yalan duymaktan bu kadar mı hoşlanıyorsunuz? Çarpıtıyorlar diye bangır bangır bağırdığınız kurumların aynısını mı yapsın onlar da? Nolur kafayı yemeyin. Bence en büyük suçlu olmasına rağmen tek suçlu da değil tabii ki bu insanlar. Sıklıkla kamera karşısına geçip gülümseyerek açıklama yapmak, iç rahatlatmak da hata. 


Ortaya çıkışı bu kadar taze olan Sinan bey nasıl şak diye %5 alıyor, KK cumhurbaşkanlığında aldığı yüzdeyi mecliste niye koruyamıyor biraz bunları düşünelim. Erdoğan’dan nefret edip Kılıçdaroğlu’na da güvenemeyen bir kitle var belli ki. Tam tersi cumhurbaşkanı olarak kalsın ama meclisi de domine etmesin diye düşünenler de. Bak bunların hepsi yüzdelik.. Sabaha kadar inip çıkıp bütün ülkeyi stresten baş ağrısından hastanelik eden yüzdelikler. 


Hesaba katacaksın. Hepimiz katacağız. İnkar etsen de var olan İslam düşmanlığını, muhafazakar ailelerin chp logolu pp yapan çocuklarını, “lan biz bunlara mı kaldık harbiden”e ikna olup Oğan’a basanları, İnce en azından haksızlığa ses çıkardı’cıları, bir de keşke akpnin aldığı bölgelere yardım yapmasaydık tayfayı ve onlara inat küskünlüklerini vicdanen bırakanları.


Bunların hepsini enine boyuna düşünmeden yorum yapınca komik oluyor çünkü. Herkes kendini uzman, analist sanıyor. Ben de değilim bir şeyin uzmanı, siyaset erbabı. Gördüğümü söylüyorum, birileri görmemekte ısrar ediyor. Chp milliyetçilikten eser kalmayana kadar uzaklaşmasaydı bir şeylerden, genç kitlesi kabinde gülerek mühür kırma videoları çekecek kadar ciddiyetsiz bi noktaya evrilmeseydi, herkes gerçekten öyle ya da böyle tek hedefleri olduğunu iddia ettikleri Erdoğan’ı göndermeye odaklansaydı şu an 2. tur diye bir şey olmazdı. Ne başta İnce ayrılırdı, ne bu kadar Doğu oyuna gerek kalırdı, ne de Sinan Oğan diye bir alternatif çıkardı. Bu çırpınmalar yaşanmazdı, Erdoğan da farklı yollar aramak zorunda kalırdı. Bambaşka bir senaryo, bambaşka denklemler, ona göre de tercihler tabii.


Şimdi elimizde karman çorman fikirler var. Göçmenler bi yere gitmiyor, halk her zamankinden daha katı birbirine. Adaylar tarafında hatalar eksikler gırla. Dünyanın en gergin akşamı geride kaldı, dünyanın en gergin iki haftasına girdik. Ne olacak bilmiyorum. Burada durup daha fazla bir şey yazmadan HAYAT DEVAM EDİYOR modunu açanların kervanına katılacağım sanırım. Saçma sapan beslenerek biraz dizi izliyim önce ama. 👍


28 Eylül 2020 Pazartesi

güzel eylül,

lafa bi türlü başlayamadığımı fark ettim. neyi nasıl anlatacağımı bilmiyorum, sanırım o yüzden. heyecanlıyım. heyecanımı saklayamıyorum da işin kötüsü. neden kötü, çünkü olmayacak bir hayale kaptırdım kendimi modundayım. kafamdaki sesler birbirine karışıyor, düşünceler de birbirini kovalıyor. anlayamıyorum da aslında. daha doğrusu yanlış anlıyorum, muhtemelen. açıklığa kavuşmayacak şeyler esir ediyor aklımı.

ne yapacağımı bilmiyorum. aynı anda çok zıt şeyler istiyorum. hangisi iyi, hangisi felaket kestiremiyorum. denemeden bilemeyiz tabi, ama denemeye korkuyorum. ya tek atışlık bir şanssa? ya o atış her şeyi bozarsa? hangi her şeyi..

bir şey aynı anda hem varmış hem de yokmuş gibi olabilir mi? oluyor. anlam yüklemeyi çok seven detaycı karakterim mi oynuyor yoksa benimle. kalbimi hiçbir zaman susturamadım zaten, yine yapamıyorum. aklımın müdahil olup çözmesi gereken şeylere müsade etmiyor. ben de yok sayamıyorum. ne onu, ne istediklerimi, ne imkansızları, ne de ihtimalleri.

güvenli sulardan çıkmak istemiyorum, çünkü derinlerde boğulursam beni kimsenin kurtaracağına inanmıyorum. dalga sesleriyle yetinmek, güneşin batışına izlemek, ışığın varlığından güç alıp yine de umutsuzca dilemek.

sanki birine uzun uzun bakıyor da sonra gözlerimi kaçırıyor gibiyim. alenen ortada olanları gizliyor, kaçak cevaplara sığınıyor gibi. şarkıların beni kurtarmasını bekliyorum belki. şiirlerin, sözlerin, şakaların ve kime olduğunu bilmediğim cümlelerin. boşa bekliyorum. hepsini unut be kızım, hiç normal bi işin yok mu senin?




3 Mayıs 2020 Pazar

Korona Günlükleri



   
        Yine her şeyi bir anda nasıl tükettik ama. Sanki daha önce keyfi olarak hiç uzun süre evde  kalmamışız gibi, okul/iş bi salsa da keyif yapsam, yatağımda yatıp yuvarlansam diye söylenmemişiz gibi. Daha ilk haftalardan başladı "fenalık geçiriyorum"lar, "ay çok sıkıldım, yapacak hiçbir şey kalmadı"lar. Sanki sihirli bir değnekmiş de bizi mutlu edeceğinden eminmişiz gibi koşa koşa yapbozlar aldık, link üstüne link kaydırdık. Her zamanki gibi çareyi deli gibi lüzumsuz şeylere para harcamakta aradık. Anlamıyorum ki nasıl bir toplumuz. Başkalarının etkisinde neden bu kadar kolay kalıyoruz, niye kendimize asla yetemiyoruz. Faydalı trendleri alıp işimiz bakmak yerine, ne kadar boş, çer çöp içerik varsa müptelası oluyoruz.  

Yüzlerce kaynak açıldı internette. Sırf #evdekal'alım diye tonla sanatsal faliyet ayağımıza geldi, müzeler, belgeseller, filmler, eğitimler, birbirinden farklı bir sürü şey. Biz n'aptık? Başta çok heyecanlandık, haliyle. İki gün sonra buna da alıştık, unuttuk. Hiçbirinin yüzüne bakmadık. Biz buyuz çünkü. Doyumsuz, nankör, tembellik ve şikayet etmeyi alışkanlık edinmiş insanlarız. Sadece lafta çok iyiyiz. Beylik laflar edip dururuz değil mi? Görünüşte hepimiz harikayız, kendine ya da başkalarına faydalı, düşünceli, gerçek anlamda "yaşayan" canlarız. Yok canım, alakamız bile yok. Sabahtan akşama kadar bomboş yatıp sonra niye mutsuzum diye ağlıyoruz.

Sanki bunu yok etmek için uğraşmışız, sanki bir şans vermişiz gibi. Elimizden geleni yapmakta her zaman çok zorlandık. Şimdi de bunun için harika bir zaman değil elbette. Ama en azından ufak tefek şeyleri iyileşme amacıyla deneyebiliriz. Ruhumuzun kasvetine biraz müdahele edecek, belki içimizde bir iki çiçek açtıracak bir şeyler bulabiliriz.


19 Şubat 2020 Çarşamba



      İnsanlar neden böyle ya? Sosyal medyada bin çeşit tuhaf hareket var birçoğuna artık alıştık ama bunu neden yapıyorlar asla anlayamıyorum. Her popüler olay hakkında, bilgisi olsa da olmasa da mutlaka konuşmak, etkileşim getirecek HER şeyle bir şekilde alakadar olmak. Yetmezmiş gibi, sürekli olarak, fikirleri kabul gören kişilerin içeriklerini çalmak. Hem komik hem de fazlasıyla acınası. Bi süre sonra insan görmeye katlanamıyor artık.


       İnsanlar beni ben olduğum için sevsin/olduğum gibi kabul etsin demek yerine, en çok hangi fikir tutuluyorsa onu savunayım, sevilen şeyleri seviyor gibi gözükeyim, bir şey tepki aldıysa muhakkak ben de eleştireyim. Ama tabii ki kendi cümlelerimle değil, çünkü benim bu konuda bi fikrim yok ki. Benim bu konuda fikrim yok! Mecbur başkalarının yazdıkları arasından özenle birkaç tanesini seçip, kullanılan kelimelere kadar araklayarak harmanlayacağım. Sonra gelsin etkileşimler, haklısın canımlar, alkış emojileri.. dakjhdwfkjfh

       İşin kötüsü bi yere kadar kimse fark etmeyebilir, iyi, akıllı, duyarlı, bilgi, zevk sahibi sanılabilir bu kişiler. Sanılıyor da, bizzat şahidim. Ama sonra aydınlanmalar başlıyor. Kimse kör değil ki be. Herkes salak mı da anlamayacak bunu. Biz onlar adına utanmaya başlıyoruz ama onlar asla çekinmiyor yapmaktan. Ya hiç utanmaları yok, ya da vazgeçemeyecek kadar zavallılar. Öyle var olmuşlar çünkü. Ya kendilerine ait hiçbir şeyleri yok, ya da hepsini unutmuş yok etmiş kaybetmişler bir şekilde.

       Çok kötü, ondan bundan onay alacağım, çok rtleyecekler, sırf hemfikiriz diye beni sevecekler ya da arkadaşlık kuracaklar diye böyle yapmak gerçekten çok kötü. İnsanların duymak istediklerini söyleyerek sağlıksız takdirlerini kazandığın için veya yalnızca etkileşim için alakalı alakasız her şeyden bahsedip içerik üreterek mutlu olmak baya ilginç.

       Bilgi olsa, bir şekilde tahammül edilir. Hani nesnel bir şey, herkes ulaşabilir, paylaşabilir dersin. Ama bunlar kişisel görüş, yorum ya hu! İki üç kez aynı noktada rast gelmek de anlaşılabilir. Ama her konuda her şeyde aynı düşünmek? Yok artık. Orada bi dur derler artık adama. Kendini daha fazla rezil etme falan.. Ama kimse demiyor herhalde, dense böyle olur muydu, bilemiyorum belki de olurdu. İyi forumlar

8 Şubat 2020 Cumartesi



Hayatı, söylendiği gibi ciddiye almamak veya basit yaşamak mümkün mü acaba? Sık sık bu konuyu düşünmeme sebep olacak şeyler yaşıyorum ki normal olan da bu, sanırım. Hem inanılmaz derecede heyecan verici ve güzel olan, hem de korkunçluklarla dolu ve rezalet şeyleri barındıran bir şeyin içinde yaşıyoruz. 

Bilmiyorum ne yapmalı, nasıl anlamalı, nereden bakmalı, ne için uğraşmalı. Zaten şu anda az evvel yazmaya karar verdikten sonra başından kalktığım -neden yaptıysam- ve sonrasında unuttuğum cümleme üzülüyorum. Her biri mühim çünkü, benim için bir şeyler ifade ediyor. Neyse.

Etkisinde kaldığım/ız sayısız şey varken kendi fikrimi nasıl kesin şekilde bulabilir veya bunun benim için doğru, akla uygun olduğunu iddia edebilirim. İçinde bulunduğum çağın hızına ve kalabalığına maruz kalırken kovaladığım, kaçtığım, yetişmeye/yok etmeye çalıştığım onca şeyin arasında, ya da etrafında, hiç yoksa yakınlarında savrulup dururken yere sağlam basıp "evet, şu şudur" diyebilmek nasıl mümkün olsun ki. 

İnandıklarım bile kendi içlerinde şiddetle çatışırken, hangi birinin neresinden tutup da bağlanacağımı nereden bileyim. Yahut kendimce büyük gördüğüm hemfikir olmaların esasen ne kadar ufak olduklarını ve bana rahatlamış, iyi hissettiren o sözcüklerle cümlelerin nasıl yanılsamalar olduğunu fark etmemin yaşattığı tatsızlığı nasıl tarif edeyim.

Herkes hem bu kadar aynı hem de bir o kadar farklı, eşsizken, her biri birbirinden farklı yüz binlerce kötülüğün, çirkinliğin karşısında, neyi nasıl yapacağıma karar vermek hayli zor. Öğrenmek istediklerimin handikapları, aklımızın sınırları ve hayat şartları derken düştüğümüz, düşüp kaldığımız çukurun içinde ne yapacağını bilmez halde ordan oraya dolaşmanın neye faydası var.. Üstelik o çukurların, kimileri için saray olduğunu bilmenin doğurduğu sancılar ve akabinde gelen pişmanlıklar, sorumluluk hissedilen şeyler de daima peşimizde.

Aklıma geldi, dünyayı ele geçirenler uydurma tırışka meslekler mi yoksa bunlar sahiden işe yarar, "gerçek", "etkili, iyileştirici" eylemler ve yöntemler mi? Meditasyon yap içsel yolculuğuna çık ve boktan her şeyle mücadele etme gücüne sahip ol, binlerce bitkiyi taşı enerjiyi araştır ve kendine cadı, cart curt uzmanı vs bile diyen kişilerin peşinden git, telkin yöntemler bilmem ne eğitimleri ve en dandiğinden iki üç seans kişi ya da kurumla geçirilen vakitten sonra işin ehli belgesi/unvanı verilen şeylerin erbabı ol.. N'oluyo abi, hayırdır nereye gidiyoruz. 

Herkesin algı dünyası farklı olmasına rağmen, aynı gerçeklikte yaşadığımızı neden inkar ediyoruz. Aynı sokaklarda yürüyüp aynı yerleri gezerken, aynı şeyleri görürken neden birileri yalan yanlış bilgiler ya da zırvalar eşliğinde gülüşler saçıyor ekranlara? Daha hepimizin elinde olan akıllı cihazların teknolojisine bile hakim değilken uğraşılan şeylere bak. Kaç kere düşündün bu dokunmatik sistem nasıl işliyor diye, orasını burasını çevirip baktın, bunun ne derece bir şey olduğunu, nasıl üretildiğini hiç mi merak etmedin? Neden tek yaptığı saatlerce instagram ve youtubeda moron gibi vakit geçirip tüketmek olanlar ve onlara bu içeriği sağlayan, normalde yağmayacağı şeyleri kamera yani para için yapan, iş yaptığını sanarken günlük yaşamını en ortasından baltalayıp her şeyi çatırdatan ve bir süre sonra her şeyden uzaklaşan, benliğinden uzakta kaybolan bu kadar çok insan var?

Üretmek çok mu zor, bir yerden başlamak gerekmez mi? Hep başkaları yapsın biz izleyelim mi? Şahit olmanın hissi bizzat dahil olmayla hiç yarışabilir mi? Herkes farklıdır ama herkes aslında aynıdır. Her şey çok basit ve karmaşık. Her şey mümkün ve tabii ki imkansız. Her şey çok kötü, aynı zamanda harika. Sonsuz şekilde visa versa. Kıyamete ne zaman kavuşacağız acaba..

30 Ocak 2020 Perşembe



Dünyanın karmaşıklığından bunaldım. Her şey aşırı basit mi yoksa son derece karmaşık mı ondan bile emin olamıyorum/z. Mesela, çok uzun yıllardır bize söylenen neredeyse her şeyin yanlış olduğunu öğrendik. Sağlıkla büyümek isteyen her çocuğa her gün süt içmesi öğütlendi ama buün bakıyoruz ki insan vücudu sütü sindiremiyor bile. Gelişen teknoloji ve yapılan araştırmalarla bilgilerimizin güncellenmesi, yeni şeyler öğrenmemiz elbette güzel ve normal ancak keşke tek mesele bu olsa.

Bir sürü uzman, profesör var etrafımızda. Biri canla başla bir şeyi savunuyor, öteki de aksini. İkisi de eğitimli, belki ikisi de gayet güvenilir gözüküyor. E o zaman hangisinin ikna kabiliyetine teslim olmamız gerekiyor? Hal böyle olunca insan bıkıp yalnızca keyfine göre yaşamaya karar veriyor.

Bilgi akışı hiç kesilmiyor. Her gün doğru yanlış eksik gedik saçma ya da mantıklı ilginç ya da sıradan yüzlerce binlerce şeye maruz kalıyoruz. En basitinden hayatını düzene sokmak, daha iyi rutinlerle yaşamını sürdürmek isteyen kişiler için, içinde bulunduğumuz çağda sayısız kaynak mevcut. Bloglar, dergiler, televizyon programları, youtube kanalları, online veya normal eğitimler.. Var da var yani. Ama bunları kullanıp bir yol çizmek isteyen birini yine benzeri problemler selamlıyor. Neden?

Herkes kendine göre bir şeylerin bilirkişisi çünkü. Biri kalkıp diyor ki ara ara kendinizi ödüllendirin, şımartın. Ufak tefek abur cuburlar için gün ayırın vs. Diğeri de hayır diyor, her gün yediğiniz et ekmek su bile doğal veya sağlıklı değilken onlara sakın ha bulaşmayın! Peki, tamam.

Biri diyor şu araştırma sonucu şunlar kanıtlanmış, öteki de kalkıp zıttını öne sürüyor. Bilimse bilim analizse analiz. İyi de biz hepimiz akademik düzeyde rahatça okuma anlama yapabilecek kapasitede insanlar değiliz ki. Kime nasıl, ne kadar güveneceğiz hangilerini kabul edeceğiz? Kapasite demişken, her alanda veya birçok alanda kendine bir şeyler katmak isteyen insanların da bunu yapabilmesi pek mümkün görünmüyor çünkü bir gün 24 saat ve her biyolojik bünye uykuya illa ihtiyaç duyuyor. Zamanı efektif kullanma konusunda ustalaştı diyelim, bu sefer dış etkenler müsade etmiyor. Yapmak gitmek görmek halletmek (sonsuza uzar bu) zorunda olduğu şeyler listesi uzun çünkü. Bir de çoğunluğun pek çok açıdan bağlı olduğu bir ailesi de var. Bu da artı birkaç insan ve beraberinde birkaçın baya fazlası da sorun demek. Her neyse.

Yine birileri şöyle diyor diğerleri şöyle diye girecektim ama yanlış anlaşılmasın. Herkes hayatını yalnızca başkalarını dinleyip onların sözlerine tavsiyelerine uyarak yaşamıyor tabii ki. Eğer taklit, özenme, kompleks ve benzeri şeylerin çemberinde yaşayan henüz kişiliği oluşmamış biri değilse şahıs, devamlı öğreniyor sorguluyor yenileniyor, gelişiyor. Yani dışarıdan aldıklarını filtreleyip kendine uygun gördüğü şekilde seçimler yapıyor ve aksiyonlar alıyor. Aksi mümkün değil zaten. Herhangi birinin, hiçbir şey öğrenmeden, dışarıdan herhangi bir şey almadan yaşamını sürdürmesi imkansız. Doğduğumuz andan, hatta daha anne karnından itibaren bu süreç başladığı için önce bunu bi kabullenmek lazım. Zaten bu yüzden de "özgünlük, keşif" gibi kavramlarının anlamları hakkında uzun uzun düşünmem/iz gerektiğine inanıyorum.

Bir yerde duyduğum ama kime ait olduğunu hatırlayamadığım bir söz var. Sanırım bir yazar, yazılan hiçbir kitabın tamamen onu yazan kişinin fikirlerinden oluşamayacağını, çünkü o düşüncelerin yazarın bugüne kadar okuduğu yaşadığı her şeyden etkilenerek oluştuğundan bahsediyordu. Çok fazla hak veriyorum. En azından şimdilik, çünkü malum her an her şey değişebilir. Sonuçta değişim asla son bulmaz ve değişmeyen tek şey de değişimin kendisidir.

Ben kendim de sayısız kararsızlıklar içerisindeyim. Ne istediğimi, neleri hedeflediğimi az çok biliyorum elbette. Planlar yapıyorum, uyguluyorum, bir şeyler için çabalıyorum. Deniyorum, yanılıyorum, kararlar alıyorum ama hala çoğu şey, hatta neredeyse her şey, hakkında tek söyleyebildiğim "bilmiyorum." 

Belki de hayat budur, böyle bir şeydir aydınlanmasını bir süre önce yaşadım. Dolayısıyla ondan beridir daha bi sakinim sanki ama çok da değil. Kafamın içi durmadığı için her an yeni bir şey çıkıyor çünkü. Bununla ilgili de çalışıyorum, neredeyse her gün. Zihinsel karmaşayı biraz dizginleyip yoluna sokacak yöntemler hakkında uğraşmak hoşuma da gidiyor. Tam olarak "ben" gibi hissettiğim şeylerden biri bu. Tabi yine, şimdilik, orası kesin. Bu arada biraz dedim çünkü çalışan bir kafadan daha kıymetli çok az şey vardır. Her ne kadar zaman zaman bu bir eziyet gibi gözükse de esasen lütuf olduğuna inanıyorum/inanmak istiyorum. İşte bu yüzden onu haddinden fazla sınırlamaya çalışmak, bi yerde işleyişini bozmak olur. Olumsuz yönde dönüştürmek de en son isteyeceğim şeydir sanırım.
So, onu da bir demir gibi düşünüp ışıldamasına yol açma ihitmali olan şeylere fırsat vermek lazım. Neticede atasözlerimiz önemlidir.

Şu insanı hüsrana ve sıkılganlığa sürükeyen zıttırı bıttırılar hakkında daha çok örnek var. Ama sabaha kadar da yazsam pek bi faydası olmaz. O yüzden en iyisi oturup umar yolculuğuna çıkmak sanırım. Gidiyorum. 

29 Aralık 2019 Pazar

atiye'yi neden sevemedim



Öncelikle, dizinin Türk dizisi olması insanı hem sevindiriyor hem de merak duygusunu tetikliyor. Bizim oyuncularımız, bizim şehirlerimiz, bize ait isimler falan filan. Dolayısıyla çıkar çıkmaz herkes izlemeye koştu ama tabi kastın sevilen isimlerden oluşması da büyük bi faktör. Özellikle başrol başkası olsa bu kadar ümitvar olunmazdı belki. Her neyse, ben diziyi niye pek sevmedim anlatıyorum.

Şimdiiii, Atiye karakterinin tarzı başta beni acayip rahatsız etti, itti. Demek istediğim şey konuşma şekli, davranışları bakınca böyle sanki sürekli bir sarhoşluk ve aptal sırıtma hali mevcut gibiydi. Benim en nefret ettiğim şey net, açık olmayan durumlardır. Atiye'nin de naptığı ne hissettiği hep eksik ve yarım yamalak gibiydi. Şöyle açık açık, gerek yüz ifadeleri gerek söyleme şekliyle kendini adamakıllı ifade ettiği bi an yoktu bu da bende sinir krizine sebebiyet veriyor.

Kısacası kadının nasıl bir tip olduğunu anlamam yaklaşık iki bölüm kabullenmemse tam olmamakla birlikte dört bölüm falan sürdü. Bu nasıl bi insan? Gerçek hayatta görsem çevremde asla tutmayacağım, güçlü tepkiler, mantıklı hareketler beklemeyeceğim, garip, itici birisi bana göre.

Onun dışında bir iki sahnede Beren cidden çok güzel görünüyordu ama onun dışındaki genel giyinişi, özellikle kat kat atlet tişörtler falan hiç güzel değildi, keşke onun yerine başka bir şey seçilseymiş ama belki konunun önüne geçmesin diye yapılmıştır bilemiyorum.

İzlerken çok sıkılmadım, o konuda hakkını vereyim ama bayıla bayıla da izlediğimi söyleyemem. İlk bölümdeki cinselliğin sadece izleyiciyi tutmak için olduğu da çok bariz ama klasik netflix hamlesi o yüzden bir şey demiyorum.

Çoğunluğun aksine Melisa'nın oyunculuğunu hiç beğenmedim. Karakterini de. Yani ortaya çıkarmak istedikleri belli bir şey var tamam ama, bi türlü oturmamış. Ne replikler ne sahneler, genel hal sıkıntı yani. Ayrıca, Beren normal sahnelerde tamam gibiydi, benim için çok rahatsız edici olmasına rağmen Atiye'yi kabullendikten sonra bi şekilde tahammül edilebilir belki ama ağlama sızlama çığlık sahnelerinde hiç beğenmedim, iyi değildi.

Annesini oynayan kadın da felaket ötesi. Hele ambulanstaki sahnede ressmen işkence çektim, utandım. Sanki vakit kısıtlıymış da hemen çekelim bitsin, tekrar almayalım demişler gibi bi his veren sahne çoktu.

Senaryonun bazı noktalarda tahmin edilebilir olması canımı sıktı. Bu kadar önemli bir işte, en az on kez herkesin izlemiş olduğu "elinde/aklında önemli bir şey barındıran kişi diğer şahsı ararken birinin gelip çalması ve zarar vermesi" gibi tatsız bir klişeye gerek var mıydı..

Atiye'nin kardeşiyle sevgilisinin arasında bir şey olacağı da daha ilk anlardan çok kestirilebilirdi. Böyle şeyler heyecanı düşürüyor ki bende zaten herkeste olduğu kadar uyanmamıştı. Serdar salağının ne olduğu da aynı.. Herkes anlamıştır başta.

Anneanne mevzusu çok salakçaydı. Bağlantı kısmı değil, Atiye kısmı. Hemen kabullenip hiç büyütmeden kadına normal davranması, daha önceki şeylerin peşine düşmemesi, seni burda gördüm şurda gördüm demeden başka şeyler sorması. Neyin hayal neyin gerçek olduğu konusunda devasa boşluklar var ve izleyicinin bunları kafasına göre belirleyip inanma şansı yok çünkü ortada mistik bir hikaye var. Önemsenmeyen şeyler önemli, önemli sandıklarımız boş çıkabilir.

Ek olarak ölüm sahnesinde performans da çok kötüydü. Aşırı aşırı anlamsız yani o tepki, Atiye niye sürekli haplanmış gibi, akılalmaz tepkiler verip duruyor. Bazı sahnelerdeki sakinliği veya sallamazlığı  katlanılacak bir şey değil. Tamam bu kadın böyle biri diyip geçemiyorum ve ona "sen kimsin" demek yerine, "sen ne ayaksın atiye" sorusunu sormak istiyorum.

Bir diğer önemli konu da şu oıdjlwkjlwjk Atiye Erhan ilişki gelişiminin bok gibi yazılması. Birkaç günlük tanışma geçmişlerine ve hiçbir şey yaşamamalarına rağmen "karşımda sen olunca içimi açasım geliyor normalde hiç yapmam .s" ve mağazadaki ben hödüğüm bağırışından sonra "anlamıyorum, tam şöyle diyorum bir şey yapıyorsun" sahneleri AŞIRI AŞIRI AŞIRI AŞIRI ZORLAMAYDI, ALTI BOŞTU, KUSTUM. üzgünüm, ama ship kısmında onlarcıyım o da var ejhjkhkefh.

Mehmet'in oyunculuğu niye böyleydi anlamadım, en son fi'de izlemiştim ve hatırladığım kadarıyla iyiydi bu adam. Bu dizide nolmuş, çok yapay, başarısızdı.

Zaten dizide genel bi yapaylık sorunu var. Asla önyargılı bakan, bizden olmaz yhaa diyen bi tip olmadım. Gayet mümkün gözüyle bakarak, iyi yönlere odaklı olmak tercihim ama malesef. Kötü.

Hakan Muhafız'dan daha iyi olduğu kesin ama beklentimi karşılamadı işte. Zaten henüz bitirmedim, sezon finali denildiği kadar güzelse 2 beklenir. Onla karşılaştırılması da netflix'in ülkemizle yeni iş yapıyor olması bu anlamda. İlk tecrübe o olduğu için sadece. Bi de insan merak ediyor ne çıkcak diye, love 101 mesela, bok gibi gibi gözüküyor ama şaşırtabilir. İnş şaşırtır yani, neyse nerden geldim buraya wedhjek. geçiyom

Metin'in oyunculuğu kötü değildi, rahatsız etmedi şimdilik. 3 bölümüm daha var tabi belli olmaz.

Velhasılkelam böyle işte. Daha bahsedeceğim şeyler vardı ama müthiş hafızam, bir de yazıya ara verince unuttum.. Üstünden zaman da geçti zaten. Sevdiğim karakter : yok. Oyunculuklar : yetersiz. Hikayede eksikler : çok. Yine de bitirir miyim : evet. İi günler





On Beş Mayıs

  Acaba hakaretsiz kötü sözsüz nasıl yazarım, üslubumu sakin bir ölçüde nasıl tutarım şeklinde uzunca düşündükten sonra konuşmaya karar verd...