Rahatsız olduğum
çok şey var. Kendi fikirlerime genelde diğer insanlarınkinden çok daha fazla
değer veririm. Kendimi bildim bileli tanıdığım “en çok düşünen” insanlardan
biriyim çünkü. Kafamın içine yetişemiyorum. Biriken notlar, fotoğraflar,
yazılar ve içimdeki fırtınalar da bu sebepten belki.
Bir ses duyuyorum,
binlerce cümle oluşuyor zihnimde sonra bir şey görüyorum milyonlarcası
beliriyor, denk geliyorum hadiselere, düşüncelerimin hızla büyümesini
engelleyemiyorum. Unutmaktan korkuyorum. En önemsiz görülebilecek olanından en
mühim olanına kadar hepsine tek tek fazlaca önem veriyorum.
Bir toz
zerresinden, evrene kadar rast geldiğim her “şey”in takipçisi, peşindeki kişi
oluyorum. Sonu nereye gider, nasıl biter bilmiyorum ama ufaktan aklımı
yitiriyorum. Dümdüz bakamıyorum ben, en ince detaya hep iniyorum, en
sorulmazları hep soruyorum. Kime ama, elbette kendime. Beni benden başkasının
anlaması mümkün değil çok iyi biliyorum, yine de çoğu kez ümit ediyorum. Belki
bir gün, bir gün birileri duyar sesimi. Ben tarifini yapamayacağımız bu kadar kudretli
yüzlerce hisle yaşamaktan yoruluyorum çünkü.
Biri çıkar anlar belki. Ben! Der. “Ben hissediyorum. Deniz dalgalandığında suyun çıkardığı sesi duyuyorum,
o kıpırtıda kaybolup gitmek istediğini biliyorum.” İşte o zaman o kişiye daha
evvel kimselere duyulmayan minneti duyarım. Belki hiç yapmayacağım şekilde
gider, ayaklarına kapanırım. “Ne olursun
susma, benim sesim ol. Yardım et bana!”
İnsanlar basit
sanar. Gördüğü kadar dünyayı, insan kuş çiçek böcek taş ev duvar deniz gölge
ağaç el ayak.. İbaret değil, bunların hiçbirinden. O marifet sanarak
kullandığımız “sonsuz” tabiri de yetersiz. Neyin sonsuz olduğunu dahi
bilmiyorsunuz. Düşünmeyi o kıytırık mevzular hakkında birkaç vakit kafa yormak,
iki üç cümle etmek sanıyorsunuz. Bu da yetmiyor, meclislerde,kürsülerde,sahnelerde
boy gösterip konuştukça kendinizi alkışlattırıyorsunuz.
İnsan niye yaşar
diye sorup her gün cevaplar arıyorsunuz. Biri para uğruna koşup duruyor diğeri
sevileyim diye çırpınıyor. Anlasalar aslında ikisi de boşa uğraşıyor. Sınırsız
kaynağın, hissiyatın, varlığın yerini bi anlasalar, ah anlasalar.
Yürürken yolumu
kaybediyorum. Biri gelip tarif eder mi, “Bak sen sana benzerini arıyorsun, şu
yoldan git” der mi? Demez. Diyecek olsa bu kadar zaman ben tek kalır mıydım.
Gözüme baktı mı görecek bir fikir yoldaşım olurdu. Olsa ne hoş ama, tarlada sıcak
güneşin altında soluk vermek için durulan ağaç gölgesini anlatırdım. Bulutları
değil ona, gökyüzünü evi yapmak isteyen masum masal çocuklarını sorardım.
Gülümser anlatırsa benim gibidir, yok şaşırırsa hayal kırıklığım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder