22 Mayıs 2018 Salı




      Rahatsız olduğum çok şey var. Kendi fikirlerime genelde diğer insanlarınkinden çok daha fazla değer veririm. Kendimi bildim bileli tanıdığım “en çok düşünen” insanlardan biriyim çünkü. Kafamın içine yetişemiyorum. Biriken notlar, fotoğraflar, yazılar ve içimdeki fırtınalar da bu sebepten belki. 

 Bir ses duyuyorum, binlerce cümle oluşuyor zihnimde sonra bir şey görüyorum milyonlarcası beliriyor, denk geliyorum hadiselere, düşüncelerimin hızla büyümesini engelleyemiyorum. Unutmaktan korkuyorum. En önemsiz görülebilecek olanından en mühim olanına kadar hepsine tek tek fazlaca önem veriyorum. 

 Bir toz zerresinden, evrene kadar rast geldiğim her “şey”in takipçisi, peşindeki kişi oluyorum. Sonu nereye gider, nasıl biter bilmiyorum ama ufaktan aklımı yitiriyorum. Dümdüz bakamıyorum ben, en ince detaya hep iniyorum, en sorulmazları hep soruyorum. Kime ama, elbette kendime. Beni benden başkasının anlaması mümkün değil çok iyi biliyorum, yine de çoğu kez ümit ediyorum. Belki bir gün, bir gün birileri duyar sesimi. Ben tarifini yapamayacağımız bu kadar kudretli yüzlerce hisle yaşamaktan yoruluyorum çünkü. 
  
  Biri çıkar anlar belki. Ben! Der. “Ben hissediyorum. Deniz dalgalandığında suyun çıkardığı sesi duyuyorum, o kıpırtıda kaybolup gitmek istediğini biliyorum.” İşte o zaman o kişiye daha evvel kimselere duyulmayan minneti duyarım. Belki hiç yapmayacağım şekilde gider, ayaklarına kapanırım. “Ne olursun susma, benim sesim ol. Yardım et bana!”

    İnsanlar basit sanar. Gördüğü kadar dünyayı, insan kuş çiçek böcek taş ev duvar deniz gölge ağaç el ayak.. İbaret değil, bunların hiçbirinden. O marifet sanarak kullandığımız “sonsuz” tabiri de yetersiz. Neyin sonsuz olduğunu dahi bilmiyorsunuz. Düşünmeyi o kıytırık mevzular hakkında birkaç vakit kafa yormak, iki üç cümle etmek sanıyorsunuz. Bu da yetmiyor, meclislerde,kürsülerde,sahnelerde boy gösterip konuştukça kendinizi alkışlattırıyorsunuz.

   İnsan niye yaşar diye sorup her gün cevaplar arıyorsunuz. Biri para uğruna koşup duruyor diğeri sevileyim diye çırpınıyor. Anlasalar aslında ikisi de boşa uğraşıyor. Sınırsız kaynağın, hissiyatın, varlığın yerini bi anlasalar, ah anlasalar.

  Yürürken yolumu kaybediyorum. Biri gelip tarif eder mi, “Bak sen sana benzerini arıyorsun, şu yoldan git” der mi? Demez. Diyecek olsa bu kadar zaman ben tek kalır mıydım. Gözüme baktı mı görecek bir fikir yoldaşım olurdu. Olsa ne hoş ama, tarlada sıcak güneşin altında soluk vermek için durulan ağaç gölgesini anlatırdım. Bulutları değil ona, gökyüzünü evi yapmak isteyen masum masal çocuklarını sorardım. Gülümser anlatırsa benim gibidir, yok şaşırırsa hayal kırıklığım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

On Beş Mayıs

  Acaba hakaretsiz kötü sözsüz nasıl yazarım, üslubumu sakin bir ölçüde nasıl tutarım şeklinde uzunca düşündükten sonra konuşmaya karar verd...